Başbakan Erdoğan Davos’ta
İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e “siz öldürmeyi iyi bilirsiniz” diye çıkıştığı zaman “Başbakan tüm dünya liderlerinin aklındakini dile getirdi” demiştim. Gerçekten yeryüzünde İsrail’den hazzeden çok az lider vardır.
Eminim ki Merkel de,
Berlusconi de İsrail konusunda Başbakan Erdoğan’dan çok da farklı düşünmüyordur. Hatta bazı
Amerikan başkanlarının İsrail’e ve onu
destekleyen
Yahudi lobicilerine özel yaşamlarında küfrettiği de bilinen bir gerçektir.
G-20 zirvesinde mikrofonlar açık unutulunca söylediklerimizin ne kadar doğru olduğu gün gibi ortaya çıktı:
Fransa Cumhurbaşkanı
Sarkozy, Başkan Obama’ya İsrail Başbakanı
Netanyahu hakkında “ona dayanamıyorum, o bir yalancı” demiş. Obama’nın cevabı ise çok daha ağır: “Sen ondan bıktın. Bense onunla her gün uğraşmak zorundayım”.
Netanyahu’nun doğru söylememeyi alışkanlık haline getirdiği reddedilemez bir gerçek. Bir yandan barış görüşmelerinden bahsediyor, diğer taraftan işgal altındaki topraklara Yahudi yerleşimcilerini yerleştiriyor. Aslında bu tipik bir İsrail tavrı. Barış diye diye onlarca yıldır işgal altındaki toprakları Yahudileştirmiyorlar mı? Aynı tarzı Mavi
Marmara konusunda da yaşamadık mı? Netanyahu bir yandan
Türkiye’den özür dileyeceği izlenimlerini verirken, diğer taraftan BM
Mavi Marmara Raporu’nun Türkiye karşıtı çıkması için elinden geleni yaptı.
Lieberman ve Netanyahu kötü polis-iyi polis oyununu oynadılar. Netanyahu oyaladı, İsrail arkadan vurdu. Tipik İsrail tavrı. Hiç değişmez. Bir yandan yoğun bir
propaganda, arka planda ise suikastlardan kara propagandaya kirli oyunlar. Sözün özü mikrofonlar açık kalınca herkes Türkiye ile aynı fikirde.
Bedelli askerlik
Şu günlerde herkes
bedelli askerliği konuşuyor. Kimleri kapsayacak, ne kadar bedel alınacak soruları kahvelerde bile sohbetlerin konusu. Bense bedelliyi zaruri bulmakla birlikte, adil bulmuyorum. Belli bir yaşın üzerinde yüzbinlerce insanı işinden gücünden koparıp dağlarda
nöbet tutturmanın ne Ordu’ya faydası var, ne de bu insanlara. Çoğu bedenen zayıflamış,
psikolojik olarak hiçbir şekilde askerliğe hazır olmayan bu insanlara af gibi bir askerlik yaptırmak belki de en iyisi. Buna diyecek bir sözüm yok. Fakat yetkililerin bunun tekrarlanmaması için daha hızlı ve yoğun çalışmaları gerekiyor. Aksi taktirde ehven-i şer diyebileceğim
bedelli askerlik vicdanları kanatmaya devam eder.
İkinci olarak bedelli askerlik bekleyenleri düşünen yetkililerin mecburen askerlik yapanları da düşünmesi gerekiyor. Bugün yüzbinlerce
genç imkanı olmadığı için, okuyamadığı için vs. askere gitmek zorunda. Kimi
yaşlı anasını evde bırakıyor, kimi birkaç aylık eşini. Biliyor musunuz bu gençlerin bir kısmı eve ekmek getiren tek kişi. Bunların bir kısmı tek tabanca çalıştırdığı dükkanını kapatıp askere gidiyor, kimisi döndüğünde bıraktığı işini geri bulamıyor. Evlat veya koca özlemi bir tarafa, evin direği gittiği için aç ve açıkta kalan ana,
baba, eş ve evlat hiç de az değil. Peki, biz bu fedakar çocuklara ne kadar
maaş, daha doğrusu
harçlık veriyoruz dersiniz: 20-25 TL. Er olursa birkaç lira daha az, onbaşı olunca birkaç lira daha fazla. Sigorta yok. Dağların başında geçen aylar işten sayılmıyor.
20-25 TL ile şahsi ihtiyaçlarını bile karşılayamayan bu insanlar arkada bıraktıklarına nasıl destek olacaklar, hiç düşündünüz mü? Dağlıca’da, Aktütün’de nöbet tutan askerin cebine sadece 20 lira koymak ayıp değil midir? Ve bu ‘zulmü’ on yıllarca sürdürmek Türkiye’ye yakışıyor mu?
Son söz olarak, belli bir miktar karşılığı bedelli askerlik kötünün iyisi bir karar. Ancak ondan çok daha önemlisi askere aldığımız ve durumu hiç de iyi olmayan gençlere en azından asgari
ücret düzeyinde bir maaşın bağlanması ve bir işte çalışıyorlarmış gibi
sigortalarının yapılmasıdır. Bunun için gerekli maddi kaynağın da olduğu kanaatindeyim. Sadece sosyal yardımların bir kısmını buraya kaydırmak bile bunun için yeterli olabilir. Emin olunuz, sosyal yardımlara en çok ihtiyaç duyanlar zaten oğlu, kocası veya babası askerde olanlardır.