2001 yılında yaşadığı krizin hemen ertesinde
Arjantin'e gitmiştim. Arjantin 7
Aralık 2001'de çoğu döviz bazında olan kamu borçlarını ödeyemeyeceğini açıklamış ve önceki 10 yılda birebir Peso'ya sabitlenmiş olan dolar kuru karaborsada 3,6 Peso'ya kadar çıkmıştı (resmi kur 1,4 olmuştu ama o fiyata dolar alınamıyordu, almak isteyen gayet organize çalışan karaborsadan almak zorundaydı).
Gitmeden önce okuduklarım çok sevimsizdi. İtibarlı gazeteler Arjantin'de hayatın durduğunu, mevduatlarını çekemeyen
halkın bankacıları dövdüğünü, devalüasyon sonrasında ülkede üretilmeyip
ithal edilen çocuk bezleri alınamaz hale gelince
naylon torbalardan bez yapıldığını,
yiyecek alamayacak hale gelenlerin
yardım arabalarına saldırdığını yazıyorlardı. Bu ön bilgilerle Arjantin'e gelmiştim ve bankacılar,
politikacılar, bürokratlarla toplantılar yapıp ülkedeki son durumun ne olduğunu anlamaya çalışacaktım.
Ne var ki, gördüklerim okuduklarımdan oldukça farklıydı. Doğru,
Merkez Bankası'na girerken arka kapıyı kullanmamıza rağmen dışarıdaki protestoculardan domates yemiştik. Senatörler de bankacılar da genelde kötümserdi. Ama ne sokakta bankacı döven ne de dükkân yağmalayan vardı. Buenos Aires'in ünlü Calle
Florida adlı uzun
alışveriş caddesinde yürümek zordu, mağazalar kalabalıktı. Krizde battı denen Arjantin'de kaldığım otelin geceliği 300 dolardı. Ünlü Arjantin etini yiyebileceğim iyice bir restorana hafta içi olmasına rağmen rezervasyonsuz gitmek imkânsızdı. Zorla otele yakın bir yere gittiğimde kapıdaki görevli beni binbir rica sonrası alıp uzak bir köşeye oturttu. Tüm
akşam restoranın nasıl dolduğunu ve ailelerin neşeli sohbetlerle nasıl zevkle yemeklerini yediklerini gözlemledim. Mükellef, son derece kaliteli yemeğimin faturası 12 dolara karşılık gelmişti. Herkesin battı dediği Arjantin'de açıkçası benim gördüğüm krizlik bir durum yoktu.
Arjantin, borçlarının dörtte üçünü tıraşladı. Para birimini % 75 devalüe etti. Uzun bir süre yurtdışından borç bulamadı ama ihtiyaç da olmadı. Bir sonraki yıl ekonomisi % 9 büyüdü ve cari denge ekonomisinin % 6'sı kadar fazla verdi. Ve bu performans her sene devam etti. (Grafik 1) Sıfırlanmış döviz rezervleri 15 milyar dolara çıktı. Bu
büyüme sayesinde de
bütçesinde
faiz dışında % 3 fazla verebiliyordu.
İflası müteakip başkanlığa gelen (ve 2010 yılında ölen) Nestor Kirchner ve eşi Cristina, bugüne kadar Arjantin politikasına hakim oldular.
İflas+devalüasyon gerekli
Aynı 2001'in Arjantin'i gibi
Yunanistan da 2 yıl önce piyasalar
kredi vermeyi kesince bire bir pariteden drahmiye geri dönecek ve kamu borcunu % 25-30 civarında tıraşlayacaktı (Yunan yasalarına göre tahvil çıkardığı için hukuki olarak mümkündü). Kalan borcunun vadesini uzatıp
ekonomik büyümeye endeksleyerek yeniden yapılandıracaktı. Böylece 2008 sonunda ekonomisinin % 110'u olan kamu borcunu daha makul seviyeye çekmiş olacaktı. (Grafik 2) Tıraşlama sonrasında da drahmiyi
Euro karşısında % 50 devalüe edecekti (1 Euro=1,5 drahmi). Bu sayede turizm ve denizcilik gibi en önemli ve dışa açık sektörlerine
rekabet gücü kazandıracak ve bunların daha kolay
vergi ödemelerini sağlayacaktı. Kurumsal vergi oranlarını
İrlanda gibi % 12'lere düşürüp (+vergi affıyla)
kayıt içini özendirecekti. Artan vergi gelirleriyl
e devlet zaten tıraşlanmış ve vadesi uzatılmış borcu daha kolay ödeyebilecek hale gelecekti. Bunu yaparken emeklilerin maaşlarına dokunmak zorunda kalmayacaktı.
Ekonomisini radikal reformlarla özel sektöre endeksli sağlamlaştıracak ve büyümeyi istikrarlı hale getirecekti.
Çok açık ki, Arjantin'de olduğu gibi
Yunanistan'ı da ancak yukarıdaki gibi bir iflas ve devalüasyon kombinasyonu kurtarır. Çünkü hem borç makul hale gelir hem de nefes alıp rekabet gücü kazanan ekonomi kendi ayakları üzerinde durabilmeye başlar. Ama AB buna izin vermiyor. Çünkü Yunanistan'ın kurtulması büyük Euro projesinin
darbe alması ve belki de parçalanması demek. Aynı 2001'de Arjantin'in
uçuruma yuvarlanacağını iddia edenler bugün de Yunanistan için aynı şeyi söylüyorlar. Çünkü Yunanistan'ı değil kendi risklerini düşünüyorlar. Yunanistan iflas ederse bugün kâğıt üzerindeki büyük bir varlığın kaybını realize etmiş olacaklar. Bu ülkeye riski olan Avrupa'nın büyük bankaları büyük zararlar yazacaklar. Bu bankalar ya yok olacak (ki bazıları zaten yok olma sürecinde) ya da yeni
sermayeye ihtiyaç duyacaklar. Bunun sonunda kendi halkları ödeyecek. Devletlerin kredi notları düşecek. Yunanistan kazara başarılı olup ekonomisini büyütmeye başlarsa sorunlu diğer Euro üyeleri de aynı yolu izlemeye cesaret edebilecek.
Papandreu doğruyu yaptı ama
AB, Euro'yu korumak için Yunanistan'a "Arjantin'i değil
Türkiye'yi örnek al" diyor. IMF'nin Türkiye'ye verdiği gibi
destek vermek ama sonra da yıllarca büyük bir tasarruf yapıp Yunan halkına bunu geri ödetmek istiyor. Gerçekten de Türkiye 2001'de
finans sektöründeki sorunu çözmek için devraldığı bankalara devlet tahvilleri üzerinden sermaye koydu, bu nedenle kamu borcu ekonomisinin % 90'larına yükseldi ve bunu ödemek için her yıl (eski seriye göre) ekonomisinin % 6,5'u gibi çok yüksek bir bütçe tasarrufunu
özelleştirme ile destekleyip halkına ödetti. (Grafik 3) Kimse halka dönüp bu IMF'den destekli planın onayını istemedi. Ama halk programı imzalayan liderleri ve partileri de hemen bir sonraki seçimlerde ağır şekilde cezalandırdı ve çoğunun politika kariyerlerini bitirdi.
Yunanistan Başbakanı Papandreu, olayı doğru gördü ve bu riski almak istemedi. Türkiye'de uygulanan programın başarılı olma şansı vardı çünkü Türkiye borcunu ödemek için parasını Arjantin gibi % 65'e yakın devalüe etmiş ve ekonomisine ciddi bir rekabet gücü kazandırmıştı. Ekonomisini küçültüp boğmak yerine büyüterek tasarruf yapabildi. Güçlü bir iç pazarı vardı ve dünyadaki hızlı bir büyüme döneminin rüzgârını kullanmıştı. Yunanistan'ın bu imkânları yok. Bugün AB Yunanistan'a göstermelik bir iflas hakkı tanıyor, devalüasyonla rekabet gücü kazanmasına izin vermiyor ve karşılığında mümkün olmayan, yıllarca ekonomiyi boğacak bir tasarruf istiyor.
Papandreu, bu saçmalığa uzun süre dayandığı için AB krizi çözemiyor. Ama o da gücü tükenince halka dönerek bu planı referandumla reddettirmek istedi. Ama görünen o ki, AB bunu da yaptırmayacak. Euro'yu koruma aşkına Yunanistan'ı uçurum tehditleriyle istediklerini yapmaya zorlayıp boğmaya devam edecek.
Almanya ya da
Hollanda Euro'su ile Yunanistan ya da
Portekiz Euro'su farklılaşana kadar AB krizi bitmeyecek.