Başbakan Erdoğan, KCK (Koma Ciwaken
Kürdistan-Kürdistan Topluluklar Birliği) ile ilgili operasyonları bayram boyunca savundu. Memleketi Rize'de; "KCK operasyonlarını eleştirenlere uyarımı ben yine yapıyorum: KCK'yı iyi tanımanız lazım. Yaptığınız açıklamalar, teröre
destektir, teröre hizmettir." dedi.
Bazı liberal arkadaşlarla geldiğimiz yol ayrımında temel nokta; KCK'nın ne olduğu konusundaki farklılığımızdır. Onlar, KCK'nın, sadece
siyaset yapan, dolayısıyla fikir ve ifade hürriyeti açısından desteklenmesi gereken bir yapı olduğunu savunuyor.
Bizler ise KCK'nın ne olduğunu, bizzat KCK sözleşmesinden (anayasasından) anlatmaya çalışıyoruz. Bunu, liberal arkadaşlara
hakaret etmeden yapıyoruz. Dost bildiklerimizin, sebebini anlayamadığımız çirkin yakıştırmalarındaki gibi zil takıp oynamıyoruz da. Liberal demokrat aydınlarla kurulan diyaloğu en fazla önemseyenlerden biriyim. Üstelik bu diyaloğu, vesayetin sona ermesi, hukukun üstünlüğü,
demokratikleşme ve özgürlükleri genişletme adına çok değerli buluyorum. Bir meselede ayrı düşünüyoruz diye o arkadaşlarımın hiçbirini kaybetmek istemem. Ama insaf, fikre karşı kendi fikrimizi de söylemeyecek miyiz? Yine, bir iktidarın meşruiyeti, neden bazı aydınların
mühür basmasına bağlı olsun? Halkın verdiği yüzde 50 destek, neden esaslı bir meşruiyet sayılmıyor? Eğer liberal aydınların AK Parti'ye verdiği destek, Türkiye'nin demokratikleşmesi için ise -ki öyledir- neden ikide bir başa kakılıyor? Benim itirazlarım bunlara...
KCK doğru görülmelidir. Ben yine önceki tavrımı devam ettireceğim. KCK'nın hedefi, kendilerine oy versin vermesin, Doğu ve Güney
doğu Anadolu'da 23 vilayeti kapsayan ayrı bir devlet kurmaktır. ABD, Irak'tan çekilirken, dağdaki yapılanma üç yıldan beri şehirlere indiriliyor. Paralel bir devleti, gözümüzün içine baka baka kurmak istiyorlar. Referandum öncesinde Meclis'te, parti kapatmanın zorlaştırılmasına ondan karşı çıkıldı. Referandum ondan boykot edildi. Çünkü
demokrasi içinde,
sivil anayasa teminatına ve eşit yurttaşlığa bağlı, AB üyelik perspektifinde demokratik bir çözüm istemiyorlar. İstedikleri,
topraktır. O toprak üzerinde bayrağı,
Öcalan önderliğindeki politbüronun seçtiklerinden oluşan parlamentosu, KCK emrinde yargısı olan bir diktatörlük kurmak için yanıp tutuşuyorlar... Ben demiyorum, kendileri diyor. KCK'nın sözleşmesinden aynen alıyorum:
"Bayrak:
Yeşil zemin üzerinde, içinde kırmızı yıldızın yer aldığı yirmi bir ışınlı sarı güneşten oluşur.
"
Ekonomi: Her
kasaba, köy,
belde belediye ana merkeze
vergi ödemek zorundadır. Yer altı kaynakları, KCK'nın malıdır ve kullanım hakkı üzerinde yaşayan
halkındır.
"Birey: Kürdistan'da doğup yaşayan veya KCK sistemine bağlı olan herkes yurttaştır. Tüm KCK yurttaşlarının meşru
savunma savaşı hali durumunda yurdun savunulmasına aktif katılma yükümlülüğü vardır.
"
Yargı: Yüksek Adalet Divanı, İdari Mahkemeler ve Halk Mahkemeleri olmak üzere üç tür yargı sistemi oluşur.
"Parti: Siyasi partinin varlığını, yerel
yönetim yapılanmasını ve siyasetçiyi KCK yönetimi belirler..."
Evet KCK,
PKK, BDP çizgisi,
Kürt vatandaşlarımızı, onlara rağmen diktatörlükle yönetmek için 23 ilimizi içine alan toprak istiyor. Dağ kadrolarını "öz savunma gücü" adı altında, vatandaşın tepesine silahlı milisler olarak dikmek hesabındalar. Bunu demokrasi içinde yapamayacaklarını görüyorlar. Artan şiddetin, saldırıların, katliamların sebebi budur. "Arap baharı" gibi bir "Kürt baharı" peşindeler. Demokratik bir yarışa girmeye hiç niyetleri yok. Kürt vatandaşlarımızı, bu diktatörlüğe ikna edemedikleri için onları da korkutuyor, sindiriyorlar... Kürtleri de öldürüyorlar.
Kadınları canlı
bomba yapıp, kadın-çocuk demeden katlediyorlar. Silahlı başkaldırıdan başka yol görmüyorlar. Kürt meselesini siyasetle çözeceklerin önünü kesiyorlar...
NOT: Bugün Allah'ın Sadık
Kulu filmi için yazacaktım. Maalesef
gündem, o yazıyı tehir ettirdi.