Memlekette güzel bir bayram telaşı var. Kurbanlar kesiliyor, paylaşılıyor; hasretler kavuşuyor, dostlar kucaklaşıyor...
Siyasi çekişmelerden çıkıp insani duyarlıklara odaklanmak güzel. Ancak bu, bayramda da karşımıza çıkan 'eski
Türkiye' manzaralarını görmemizi engellemiyor.
Geçen hafta
Londra'daydım. Londra Üniversitesi'ne bağlı Doğu ve
Afrika Çalışmaları Okulu'nda (SOAS) bir konuşma yaptım. 'Kemalizm ve post-Kemalizm arasında Türkiye' başlığı altında 'yeni Türkiye'yi anlattım, Kemalizm sonrası Türkiye'yi. Daha demokratik, daha çoğulcu ve özgür bir
ülke demek bu...
'Yeni anayasa' bağlamında daha da alevlenecek 'Kemalizm'in 'yeni Türkiye'de yeri' olup olmadığı tartışması.
Anayasa'da Kemalizm'e üstünlük ve koruma sağlayan unsurların arındırılması şart, eğer 'yeni' bir anayasa yapılacaksa. Mesele sadece anayasada
Atatürkçülük, Atatürk ilkeleri ve Atatürk milliyetçiliğine atıf yapıp yapmamak değil. Kemalizm'in mevcut anayasaya sinen
laiklik,
demokrasi, vatandaşlık ve millet tanımlarının da elden geçirilmesi gerekiyor.
Ancak 'yeni anayasa' olsa da olmasa da Kemalizm 'son'a ulaştı. Ne Kemalizm ne de Kemalist
vesayet kurumları Türkiye'yi yönetmeye yetmiyor artık. Marxist jargonla konuşursak; yasal 'üst yapı'yı toplumsal ve
ekonomik 'alt yapı' bir gün yeniden tanımlayacak şu veya bu şekilde.
Tabanda zaten Kemalizm çoğunluk desteğine hiç ulaşamamıştı. Onu tepede tutan, başlarda tek parti yönetiminin baskısı, demokrasiye geçiş sonrası da vesayet kurumları oldu. Şimdi bu yapı çöktü. Kemalizm'in siyasal temsilcisi olan
CHP,
iktidar şansı olmayan bir parti hüviyetinde. Son on yılda katıldığı her seçimi kaybetti; Böyle bir parti Kemalizm'i 'kurtaramaz'. 'Kemalizm'in silahlı gücü' olan ordunun
siyaset üzerindeki etkisi de eriyor.
Ergenekon ve
Balyoz soruşturmalarıyla dokunulmaz olmadıklarını anlayan cuntacıların ordu içindeki alanı da iyice daralmış durumda. Bütün bunların yanında Türkiye ve dünya konjonktürü de dikkate alındığında ordunun 'Kemalist bir devlet' için güç gösterecek mecali kalmadı.
Yüksek yargı Kemalizm'e adeta çelikten bir
dokunulmazlık zırhı büründüren mekanizmaydı. Meclis'in üzerine çıkar, yürütmeyi
felç eder, vatandaşların haklarını değil 'rejim'i korumayı esas alırdı. Geçen yılki anayasa değişikliğiyle siyasete, topluma kapalı, kendi içinde
terfi ve
tayin sistemi kurmuş bir yapı olarak tarihe karıştı. Şimdilerde 'bu taraf'ın gözüne girmeye çalışıyor.
Büyük
sermaye ve medyanın hali de Kemalist devletin devamı adına pek parlak değil. Onlar da Kemalizm'den ve Kemalist vesayet kurumlarından umutlarını kesmiş durumdalar. Manevra yapmaya, sırtlarını 'yeni efendileri'ne dayamaya çalışıyorlar. 'Yeni orta sınıflar' dersen, onlar da bazılarının iddia ettiği gibi Kemalist değil, muhafazakarlar. 'Eski orta sınıfların' da ayrıcalık ve statülerini borçlu oldukları Kemalizm'i savunacak nefesleri kalmadı. Böylesi büyük bir 'devrim'in ardından bazı 'eski alışkanlıkların' yeni yapılar ve aktörlerin kisvesi altında devam ettiğini görmek şaşırtıcı. Örneğin yargı, adeta eski Türkiye'nin yeni Türkiye içine sızan unsuru gibi eski tarz alışkanlıklarını sürdürüyor. Yasaları özgürlükçü ve bireylerden yana yorumlamak yerine hâlâ 'devleti koruma' refleksiyle hareket ediyor. Bu arada, 'eski Türkiye'den kalan Terörle Mücadele Yasası da 'yeni Türkiye'yi zehirliyor.
Eski alışkanlıkların devamını Atatürk'e '
diktatör' dediği için hakkında soruşturma açılan
gazeteci
Nagehan Alçı örneğinde de görüyoruz. Nasıl yani? 'Yeni Türkiye'de de 'eski Türkiye'yi adam gibi tartışamayacak mıyız?
Bir başka 'eski Türkiye' manzarası da KCK'dan tutuklanan Profesör Büşra Ersanlı'nın eski kocasının '
Musevi' olduğu iddiasının üzerine 'suç' bina etmeye kalkışan gazetecilik anlayışı... KCK operasyonlarına karşı görüşler beyan ettiği için bir gazete tarafından
hedef gösterilewwn akademisyen dostum Hüseyin Yayman'a yapılanlar da cabası...
Eski Türkiye kalıntısı gazetecilik yapanlara sormak lazım; siz
Ertuğrul Özkök'ün mü çömezlerisiniz? '
Gazeteciliği' ondan mı öğrendiniz? 28
Şubat tarzı gazetecilik yaparak 'yeni Türkiye'yi kirletmeyin!