1997 yılında, Doğu-Batı Dergisi'nin ilk sayısına 'Derin Devlet' başlığı ile uzun bir yazı yazmıştım. Ana teması, '
derin devlet denilen varlık devlet içinde bir sapkınlığın adıdır' şeklindeydi. 'Derin Devlet'i meşrulaştırmaya çalışan mantık şöyle işliyordu:
'Varlığı ciddi bir
tehlike ile karşılaştığı zaman devlet koyduğu hukukun dışına çıkabilir.' Bu muhakeme, açıkça devlet adına suç işlenebileceğini savunuyordu. Derin devlet, güya devletin bünyesinde hukukla mukayyet olmayan, suç işleyen bir
demir çekirdek anlamına geliyordu. Benim kuvvetle karşı çıktığım husus is
e devletin varlık sebebi ile ilgiliydi: Devlet ne kadar büyük tehditlerle ve tehlikelerle karşılaşırsa karşılaşsın, başına gelebilecek en büyük felaket kendi koyduğu ve kendisini de bağladığı hukukun dışına çıkmaktır. Öyle ki, devlet hukuku çiğnediği zaman,
cinayet işleyerek koruyacağınız bir devlet bile artık ortada kalmaz. O devleti, düşmanlarından önce siz yok etmiş olursunuz.
Bu topraklara özgü tarihin asgari düzeyde bile olsa bilincine sahip herkes benim bu endişelerimi paylaşır. Devlet saadet demektir. Hukuksuzluğun, keyfiliğin yegane panzehiridir. İnsanları barış ve güven içinde bir arada tutmanın vazgeçilmez aracıdır. Kendisini var eden sebeplere aykırı biçimde devlet hukuksuzluğun ve keyfiliğin kaynağı olursa, o toplumu da devleti de birlikte yaşatmanın bütün şartları ortadan kalkar.
Devlet 1990'lı yılların ilk yarısında bu sapkınlık halini yoğun biçimde yaşadı. Tırmanan
PKK terörünü durdurmak adına, resmî
devlet memuru kimliğini haiz kişiler veya emirlerindeki adamlar
cinayetler işledi. Faili meçhul cinayetlerle ilgili, bugüne kadar su yüzüne çıkan bilgiler 1993 yılında devlet içinde kritik mevkidekilerin 'hukuku askıya alma kararı' verdiğini ve suç işlemek için koordineli bir vaziyet aldığını gösteriyor.
Susurluk sanıklarından Ayhan Çarkın'ın iddialarından sonra,
Sedat Peker'in savcılığa verdiği dokuz sayfalık ifade bu karanlık döneme ve ilişkilere ışık tutuyor. Sedat Peker bu dönemin isimlerinden biri değil. Verdiği bilgilerin tamamı izdüşümlere ve duyduklarına dayanıyor. Üzerine gidilmesi gereken ciddi iddialar ve ifşaatlar var.
O günlerden beri 'derin devlet' edebiyatının suçu ve suçluyu korumak için uydurulmuş bir saçmalık olduğunu düşünürüm. Devlet için bir 'icraat' yapanlar, kendileri için dokuz 'icraat' yaptılar. Dolayısıyla 'devlet adına suç işlemek' çıkar amaçlı suçları örtmek için bir mazeret olarak kullanıldı. Suç devletin eylemi, suçlu ise devlet görevlisi olunca ortada devletin kalmadığını bu ifşaatlar berrak bir şekilde yansıtıyor.
Susurluk skandalı, derin devletin sadece bir kanadını ortaya çıkardı. Hatta devlet zırhı ardında iştahla suç işleyen ve kontrolsüz bir güç kullanan devlet görevlileri birbirine düştükleri için, bu skandalı derin devletin bir kanadının diğer kanadına açtığı savaş olarak görmek daha doğru. Derin devletin çözülmesini, şirretliğinin açığa çıkmasını da büyük ölçüde bu hesaplaşmalara borçluyuz.
Atladığımız çok önemli bir nokta var. 28 Şubat'ı mümkün kılan çeteleşme, 1993 konseptinin eseridir. Suç işlemek normal addedilince, elini kolunu sallayarak devletin tepelerinde dolaşanların, devleti toptan yönetmeleri için uygun vasat oluştu. 28 Şubat'ın her eyleminin, her kararının suç niteliği taşıması bu yüzden tesadüf değildir.
Batı Çalışma Grubu, tıpkı
Ergenekon gibi bir çete idi. Nerede şimdi?
Bugün kökünü kazımaya çalıştığımız Ergenekon örgütü de, 1993'ten itibaren kabuk ve boyut değiştirerek Silivri'deki hakimlerin içinden çıkmaya çalıştıkları
dosya münderecatındaki haline dönüşmüştür.
Temel yaklaşım yine 1993'ün açtığı çığırdır.
Bugün PKK'yı her alanda kıskaca almaya çalışan bir devlet iktidarı var. İşte bu PKK, doğrudan 1993 konseptinin eseri. Sedat Peker'in ifadesi, derin devletin bütünüyle
tasfiye edildiğinin işaretlerinden biri. Demek ki birileri suç işlerse, mutlaka ortaya çıkıyor. Çıkartılacak tek
ders: Hukuku yaşatmadan devlet yaşamıyor. Var olma iradesi gösteren bir devlette eninde sonunda hukuk galip geliyor.