KCK nedir? Bir fikir ve edebiyat kulübü mü, Ölü Şairler Cemiyeti mi, bir
yardım ve sosyal
dayanışma derneği mi; nedir? KCK'yı kuranlar bu kuruluşun adını "
Kürdistan Halklar Konfederasyonu" olarak açıklamışlar;
Kürtçe açılımı, "Koma Civaken Kurdistan". Yoruma gerek yok, bizim KCK'dan ne anladığımız değil, bizatihi kendilerinin nasıl
tarif ettiğini esas almalıyız.
Bu
örgütün lideri
Öcalan, yürütme konseyi başkanı Murat
Karayılan, onun yardımcısı
Cemil Bayık, Halk
savunma merkezi başkanı Duran
Kalkan... Bu isimlerin kültürel faaliyet için bir arada zikredilemeyeceği gayet açık. Hangi eylemleri planlayıp uyguladığı, başkaca neler yapmak istediği konusunda ön bilgilere dayalı tahminlerde bulunabiliriz ancak; gerçek mahiyeti şu günlerde sürdürülen adli
soruşturma sonucunda ortaya çıkacak. İşte bu gayretler kapsamında İstanbul'da 50 civarında zanlı
gözaltına alınarak adliyeye sevkedildi. Dün itibariyle üçü serbest bırakılmış, 47'si ise örgüt kurmak, yönetmek, üye olmak ithamıyla tutuklanma talebiyle
nöbetçi mahkemeye sevkedilmişti. Herhalde siz bu satırları okurken
mahkeme kararını açıklayacaktır.
47 zanlı meyanında özellikle ikisi, hamiyetperver matbuamızın pek ziyade "Sulh-ı münferid"çi, pek ziyade rakîk yazarı tarafından, diğer zanlılardan âdeta şefkatle izole edilerek himâyeye uğradı; bir nevi "diğerlerini bilmeyiz fakat bu iki kişi böyle şey yapmaz,
temiz insanlardır, kefil oluyoruz" demeye getirildi; hattâ bazıları, "Daha neler, böyle saçma-sapan ithamlarla
davaların cılkını çıkarıyorsunuz.
Ergenekon,
Balyoz,
Odatv davalarında da buna benzer şeyler yapmıştınız, artık lütfen yapmayın" meâlinde kanaatler belirtiyorlar. Eğitimci, yayıncı ve entelektüel geçmişleri gözönüne alındığında bu iki ismin KCK gibi mâhiyeti meşkûk bir teşkilatta bulunmaları ilk elde garip görünüyor fakat bu süreci en sahici şekilde aydınlatacak olan da mahkeme kararı değil midir? Bu durumda, "Diğerlerini bilmeyiz ama bu iki dostumuz böyle şeyler yapmamışlardır" yollu kanaatler, mahkemeyi vicdâni bakımdan
baskı altına almak anlamı taşımıyor mu?
Temenni olunur ki sadece bu iki isim değil, diğerleri de mahkeme önünde aklanırlar; suça karışmadıkları açıklanır, o başka mesele. İnsan ister istemez arkadaşlarını daha gözaltı safhasında alelacele savunmaya başlayanların vaktiyle "Sadece partili olmak yetmiyor mu, KCK gibi nerede başlayıp nerede bittiği, kim tarafından yönetildiği ve hangi maksada
hizmet ettiği bilinmeyen bir yapılanmada ne işiniz var?" diye ikazda bulunup bulunmadıklarını da merak ediyor. Ayrıca şahsen merak ettiğim bir başka husus, teâvünperver ve müşfik kalemlerin
suç örgütü, suç, suça aslen ve fer'i iştirak gibi kavramlar hakkında ne türlü bir içtihat geliştirdikleridir. Yazılanlara bakılırsa bazı seçkin insanların havada, karada, denizde veya herhangi bir ortamda kesinlikle suç işlemeyecekleri gibi bir kesin öngörü inşa edildiği farkolunuyor. Aklanmaları ihtimâlini bir kere daha temenni edelim ama ya, deliller güçlüyse, yani o mis gibi teori basit bir gerçeğe
kurban giderse ne olacak?
Benim nâçizâne teşhisim şudur; gerek BDP ve gerek KCK içinde ılımlı, toplumda barışçı tavırları ile tanınmış ve iyi intibâ bırakmış insanların bulundurulması, onların "Dâvâ"ya fikrî ve politik katkılar vermesinden ziyade vitrini zengin ve sempatik göstermek ve şekilde de görüleceği üzere zor durumlarda basın ve entelektüel camianın desteğini yedekte bulundurmak endişesinden kaynaklanıyor olabilir. Neticede üyelikleri kendi rızalarına bağlı olduğu için kendi bilecekleri iştir ama şu kadarını peşinen söyleyebiliriz: Bir kişinin entelektüel, eğitimci, yayıncı, gazeteci kimliği, onun bilumum suç isnatlarından ebediyyen "berî" tutulacağı mânâsına gelmez. Yeni içtihat icadına lüzum yoktur. Neticede KCK zanlılarını, KCK'nın teşkil ettiği
halk mahkemeleri değil, o beğenmedikleri Cumhuriyet'in adliyesi yargılayacak.
Kendilerine bırakılsa, hangi yargı sistemini
tercih ederlerdi acaba?