Fazla değil, 1 yıl önce Arap dünyasındaki rejimlerin kalıcı olduğunu ve Arapların bu yönetimlerden memnun olduklarını herhalde kimse söyleyemezdi.
Ama aynı şekilde, rejimlerin kısa sürede yıkılacağını ve bunu sokağa inen halkların yapacağını da kimse öngöremezdi. Bu durum, oryantalist şablonların etkisinden kurtulamayan Batılılar için değil, Batılı kalıplarla düşünmeye alışmış bizler için de geçerliydi. Şimdi ise şablonların bir bir yıkılışı karşısında herkes şaşkın. İşte
Tunuslular. 23 yıl ülkelerini diktatörlükle yöneten Bin Ali'yi devirmekle kalmadı; 23 Ekim'de demokratik standartları herkesçe alkışlanan bir seçime gitti ve demokratik Tunus anayasasını yazacak 217 üyeli kurucu meclisi belirledi. Üstelik 60 yıl fazla
demokrasi tecrübemize rağmen bizim yıllardır yapamadığımız bazı hakları vatandaşlarına vererek yaptılar seçimi. 100'e yakın partinin yarıştığı seçimde yurtdışında yaşayan Tunuslular, bulundukları yerlerde kurulan sandıklarda oylarını kullanmakla kalmadı; kendilerine ayrılan Meclis'teki 18
sandalye için
tercih yaptı.
Arap Baharı denilen değişim sürecinin ilk demokratik seçiminde Tunuslular yüzde 90'ın üzerinde bir katılımla aslında tüm
bölgenin demokrasi talebini dünyaya haykırmış oldular.
Tabii, bölgeye Batı'dan bakanların şaşkınlığının nedenlerinden biri de Arap ülkelerinin en
modern,
okuma yazma oranının en yüksek ve laik güçlerin en etkili olduğu Tunus'taki seçimden 'İslamcı' diye nitelenen Ennahda'nın zaferle çıkması. Önümüzdeki günlerde Mısır'da yapılacak seçimden de benzer bir sonucun çıkma ihtimali karşısında, bu şaşkınlığın endişeye, hatta korkuya dönüşme ihtimali uzak değil: "Acaba bölge tamamen İslamcıların eline mi geçecek? Kaybeden Batı mı?" Şimdiye kadar sadık rejimlerle ilişkilerini yürütmeye alışmış olanlar için ciddi bir soru. 1990'larda Tunus ve Cezayir'deki demokrasi filizleri bu korkuyla budanmamış mıydı?
Batılı güçlerin, ebediyyen bu korkuyla yaşamaları ve ellerindeki imkânlarla demokratik süreci sabote etmeye çalışmaları mümkün. Ama şampiyonluğunu yaptıkları demokratik değerlere ve halklara rağmen her açıdan başarısız rejimlerle bu ahlaksız işbirliğinden kurtulup yeni bir sayfa açmaları da mümkün. 1990'lardaki acı tecrübenin muhatabı olan ve seçimden yüzde 41 gibi bir zaferle çıkan Ennahda (Yeniden Diriliş/Rönesans) hareketinin yaşananlardan önemli dersler çıkarıp yeni bir sayfa açtığı gibi.
Gerçekten de Ennahda Hareketi'nin öncüsü
Raşid Gannuşi, siyasî İslami hareketlerin demokrasiye bakışına dair 1990'larda öyle güçlü bir iç sorgulamaya girişti ki, Londra'da sürgünde olduğu yıllarda kitapları
Türkiye'de elden ele dolaşmaya başladı. Onun, inanmış, samimi bir siyasal İslamcı kimliğiyle İslam'la demokrasinin çelişmediği görüşleri, bizde bazı siyasî İslami çevrelerin demokrasiyi benimsemesinden epey önceydi.
AK Parti'nin ortaya çıkmasını sağlayan ideolojik arka planda Gannuşi'nin bu katkısını unutmamak gerekir. Tabii bu karşılıksız bir etki değil. Dünkü ideolojik katkının karşılığında AK Parti ve Türkiye tecrübesi de Ennahda'nın elini pratikle güçlendiriyor. Şayet AK Parti tecrübesi başarılı olmasaydı, Gannuşi'nin Tunus'ta ve dünyadaki muhatapların kuşkularını gidermek için elinde teoriden başka bir şey olmayacaktı. Bu durumun çok iyi farkında olduğu için 'Türkiye modelini izleyeceğiz' sözünü her fırsatta tekrarlıyor.
Aslında Gannuşi'nin seçimden birkaç gün önce
Guardian gazetesi aracılığıyla yaptığı
çağrı, onun demokrasiye bakışındaki duruluğu gösterdiği kadar, özellikle Batı'nın şablonlarından kurtulmasına
yardım edecek ipuçları taşıyordu. Bir kere ülkesinde kendi gibi düşünmeyen laiklerin çok iyi farkındaydı. Dinde zorlama yoktur ayetine referansla, devletin veya toplumun başkalarına bir dini, hayat tarzını empoze edemeyeceğini söylüyor; bu konuların kişisel tercih olduğunu vurguluyordu. İzledikleri siyasî İslami çizgide, uzun zamandır adaletsizlik ve otoriterlikle mücadelenin en iyi yolu olarak demokrasiyi savunduklarını belirtiyordu. Kota sistemiyle kadınların rolünü geliştirmeyi
vaat ediyordu. Sadece ideoloji değil, pratik sorunların da farkında olduğu için 180 uzmanın hazırladığı parti programını hatırlatıyor ve Tunus ekonomisi için somut hedefler koyuyordu:
İşsizlik yüzde 8,5'e düşecek. 590 bin istihdam oluşturulacak. Büyüme hızı yüzde 8 olacak. Sorunların ve görüş farklarının bu kadar derin olduğu bir yerde tek başına iktidara talip olmayacak kadar gerçekçiydi. Uzlaşma hükümetinden yanaydı. Kendileri için asıl başarının, seçimi kazanmak değil, Tunus'un demokrasiye geçişi olduğunu vurguluyordu. Belki de hepsinden önemlisi sergilediği güven veren şu müstağni duruştu: "Bu ve gelecek seçimlerde hiçbir pozisyon için
aday olmayacağım."