Dün bir
manşet:
Çadır dikecek yer kalmadı.
12 yıl önceki büyük
depremin ardından İstanbul'da toplanma ve çadır kurma alanı olarak belirlenen boş arsalarda bugün devasa
alışveriş merkezleri ve lüks rezidanslar yükseliyormuş. Aslında vakıflara ve kamu kuruluşlarına ait olan arsalar, değeri artınca birer
rant malzemesi haline gelmiş.
Bunu bir yere kaydedin.
**
Yine bir başka gazetede başka bir manşet: Binalarımız ahlaki temelden yoksun.
Profesör Doktor Mehmet Akif Aydın, "Dini ahlakı özendirmedik. Yerine laik ahlak da kurmadık.
Depremde binalar teknoloji eksikliğinden değil, ahlaki birikim azlığından çöküyor" demiş.
Bunu da bir yere not edin.
**
"
Behzat Ç. Depremi" diye bir başka başlık.
Filmin galasında konuşan başrol oyuncusu
Erdal Beşikçioğlu, "İlk günkü geliri Van'daki depremzedelere yollanacak" demiş. Fakat yapımcı şirket, yalnızca ilk gün 12.00 seansının gelirini bağışlamış. Bu seans da
seyirci açısından "en ölü saat"miş.
**
Fazlasına lüzum yok, bu örnekler yeterli.
Şimdi...
Siz değil miydiniz, toplanma ve çadır alanlarına yapılan alışveriş merkezlerinin ve rezidansların boy boy
tanıtımlarını yapan? O gazetelerinizde, o müteahhitlerin çarşaf çarşaf profillerini, hobilerini sıralayıp, örtülü PR ya da ne bileyim tanıtım yaptığınız günleri ne çabuk unuttunuz? Ve o zaman bu arsaları araştırıp, "Efendim, çadır alanına nasıl bina dikersiniz" diye sordunuz mu, nezaketle...
Tamam... Ahlakı yitirdik. Dini değerlerden uzaklaştık. Peki, yalnızca bu mudur, bu işin çözümü. Batı'da ve gelişmiş Uzakdoğu'da, mesela
Japonya depreminde parmakla gösterilen örnekler, tek başına ahlaki duyarlılıkla açıklanabilir mi?
Öyle olsaydı... Toplumun önündeki şu "örnek" sanatçılar ve kültür elçileri... Çektikleri sinemanın bir günlük hâsılatını vadetmişken... Ölü tek seansla tensikata gitmezlerdi.
Soralım, bunun malzemeden çalan müteahhidin suçundan farkı var mı?
**
Deprem kadar çetrefil bir felakete gerek yok.
Misal... İstanbul'da, E-5'te kendi şeridinde giderken... Bariyerlerle ayrılmış yolda... Karşıdan gelen bir Metrobüs'ün tepemize çıkmayacağının garantisi yok elbette. Bunu biliyoruz.
Bir de şu var: Yolunuzda giderken bir anda trafiğin ağırlaştığını, yüzlerce arabanın tampon tampona yığılıp, birbirlerine yol vermemecesine akışı kilitlediğini görürsünüz, mutlaka rastlamışsınızdır.
Sanırsınız, ileride bir yerde
kaza var. Yoğunlaşmanın olduğu noktaya yaklaşınca, gerçekle yüzleşir,
isyan edersiniz.
Meğer, yan yolda bir kaza olmuştur.
Millet, birbirine giren araçlara, yola savrulan bedenlere bakar, seyreder. Trafik bu yüzden ağırlaşır. Ve belki de bu yüzden ambulanslar kaza yerine geç ulaşır, bazı canlar yitip gider, bilemeyiz.
Aslında, zincirleme bir suçun içinde yer almışızdır da haberimiz yoktur.
Öteki tarafta sorulunca,
itiraz edeceğiz, belki... O zaman denecek ki, "Doğrudan bir sorumluluğun yok ama ağırlaştırdığın
trafik yüzünden yaralılara geç müdahale edildi, ölenler oldu."
**
Onun için...
Herkes elini taşın altına koyacak.
Yoksa, manşetlerle sorumlu aramak kolay.
Trene bakıp
vagon saymak da...