Yabancı filmlerde çok görülen sahnelerdendir. Bir adam bir başka adamla ve onun eşiyle tanışıyor. Eşine bakıp şöyle diyor: "Ne kadar şanslısınız!" Yani "eşiniz ne güzel bir kadın" diyor. Arka planda "Ben de sizin gibi şanslı olmak, öyle bir kadına sahip olmak isterdim" demek istiyor. Muhatap olan, eşiyle ilgili bu komplimana kızmıyor, bir de teşekkür ediyor.
Şimdi bu bize uyar mı? Asla!. Ama
yerli yapımlarda uygulanmak istendiği de oluyor.
Toplumu her kesimiyle tanımak gerekir ki genel yapı üzerinde bir değerlendirme yapılabilsin.
Toplumda başörtüsü dışında da bir mazbut (gösterişsiz)
giyim anlayışı vardı. Bunu "dar-kısa-ince giymemek" şeklinde özetleyebiliriz. Bir ahbabımızın kızı anneme gelip, beraber çarşıya gitmek isteyince annem ona demişti ki: "Bu kılığınla seni bir yere götürmem. Kendine bir çekidüzen ver önce." O da bu uyarıyı dikkate alıp, kullandığı çarpıcı dekolteden uzaklaşmış olarak gelmeye başladı. Sözünü dinlemeyeceğini bilse annem bir şey demezdi, ama onunla beraber dışarıya da çıkmazdı. Öyleleri de vardı, kimse bir şey söylemezdi; fakat bir tavır ayarlaması olurdu. 1950'li yıllardan söz ediyorum... Bu, fıtratla, kişilik yapısıyla ilgili bir durumdu; doğrudan tesettürle değil... Dikkat nazarlarını çekmeyecek tarzda giyinmek erkekler için de geçerliydi. Gösterişi sevmeme duygusu içimizde vardı.
Şimdi bazı süslü tesettürlüler var ki; pahalı giyimler, aşırı makyajlı bir yüz, çarpıcı aksesuarlar (desenler, figürler, eklemeler) herkes ona bakıyor. Oluyor mu bu şimdi?
Başörtüsü orada bir portre çerçevesi ve o portre daha dikkat
çekici hale gelmiş. Hâlbuki aslolan, dikkat çekici olmamaktır; güzelliği dikkat çekici hale getirmemektir. Her
estetik görünüm dikkat çekici olmayı gerektirmez. Sen o gerektirmeyeni
tercih edeceksin. Farklı olanlar bu farklılığı saygılı bir genel zerâfet ve vakar algısıyla takdir eder. Makbul olan da budur. Tabir caiz ise, bir estetik
felsefen olacak. Tavrın, kişiliğini ve zekânı da yansıtacak. Bizim eskiden var olan anlayışımız buydu. Sadece
dindar insanlarda değil, genel ortalamada buydu. Cumaya dahi gitmeyenlerde de,
içki içenlerde de öyleydi. Derinlerde bir dinî hassasiyet tabii ki mevcuttu. Çok uzaklara düşmemek de, bir yönüyle fıtrata da bağlı bir hassasiyettir. Bu bazen Batı'da da görülür.
Eserlerde güzelleştirme işinin abartılı ve sırıtkan bir karakter taşımaması
Osmanlı mimarisinin de esasıdır. Ruhumuz taşa bile yansımıştır. Nefse ve övünmeye değil, ruha ve "kalbî akla" hitap eden, saygı telkin eden vakur bir güzellik... Abartılı süslemeler ve zikzaklar da, korku hissi veren kaba ve
soğuk büyüklükler de yoktur onda. Zerâfet ve vakar vardır, hafiflik ve korku değil. Bizim geleneksel yapımız böyle. Şimdiki gökdelenlerde tam tersidir ve korkuyla sakilliği birleştirir!
Gençliğimde çarpıcı olmaya çalışanlar bana hoş değil, boş gelirdi. Hiç de ilgimi çekmezdi. Göz ucumla hisseder ve bakmazdım bile. Fark etmeye değer gördüklerim, dikkat çekmeye çalışmayanlardı. Bana göre bu, erkeklere bakış için de geçerlidir. Farklılığı, kendileri de farklı olanlar fark ederler; farklı olmayanlar için ise kayda değer bir durum yoktur. Farklı olmayanlar güzel görünmek için çırpınıp dururlar ve bu çırpınış fıtrî güzelliği de bozar.
Kişilikli olan, akıntıya kapılmaz. Dolu olan, benzeşmeye özenmez. Farklı olan, gösterişten hoşlanmaz. Özgüveni olan, kendini ispatlama telaşına düşmez. Özsaygısı olan kendini beğendirmek için çırpınıp durmaz. Bu kişilik yapısı estetik bir felsefe de içerir.
Bazı tesettürlü kızlarımız, kadınlarımız ruhsal bir estetik problem huzursuzluğu yaşıyor. Bana öyle geliyor... Ben bu huzursuzluğu, fikri bir mesele olarak görüyorum. Fikrî açıdan bir önemli eksikliğin var olduğu kanaatindeyim.
... Cinsellik, kişilik bütünlüğünün dengesini ve sağlığını ve de güzelliğini bozmamalı, sarsmamalı. Modernite'nin en büyük ârızası burada. İnsanı homo-ekonomicus, kadını cinsel obje olarak görüyor.
Moda bu gerçeğin üstünü örtmek için var... Aslolan, akl-ı selim, kalb-i selim ve zevk-i selim sentezinin estetiğidir. Bunun da modaya değil incelikli düşünce özenine ihtiyacı vardır; düşüncesiz ve dengesiz güzellik de olmaz sevgi de, bilinç de, mutluluk da. İçimdeki yoğunluğu bir nebze yansıttım; sürç-ü lisan ettiysek affola.