Aksiyon dergisinde,
Ahmet Taşgetiren Bey'in "Gönlümce" köşesinden "
Niğdeliler" başlıklı yazısını okuyordum. Yazıda geçen Hüseyin Hurmalı ismi beni aldı 1971'e götürdü.
Hapisten yeni
tahliye olmuştuk, 54 kişilik
dava İzmir Sıkıyönetim Mahkemesi'nde devam ediyordu. Yüksek İslâm Enstitüsü'nde son sınıfa geçmiştik. Ev arıyorduk. Güzelyalı Mektupçu Caddesi'nde uygun bir ev bulduk. Ev sahibi
yaşlı zat bizi uygun buldu. Oturup sohbet ettik. Fakat komşu evler öğrenci olmaz deyince, müdafaa etti "Efendi çocuklar" dedi. Hüseyin Hurmalı'nın babasının da desteğiyle evi bize verdi. İşte o yaşlı zat Hüseyin'in dedesiydi... Sonra Hüseyin'in amcası Şükrü Bey'le de tanıştık. Zaten dayısı arkadaşımızdı...
Şimdi Hüseyin'in sesi Amerika'dan geliyor. Hem de
hizmet gönüllüsü olarak.
Ahmet Taşgetiren Bey diyor ki: "
Anadolu Kültürleri ve
Yemek Festivali için Los Angeles'taydım. (...) Orada öğrendim ki, 'Hizmet' hareketi içinde Niğde ayrı bir vaka olmuş. (...) Hizmetin benim '
Gönül iletişimi' diye niteleyebileceğim ayağı, Amerika'dan veya başka ülkelerden insanlar-gruplar götürüyor Türkiye'ye... Siyasetçi,
bilim adamı, hatta din adamı...
Kadın, erkek.. Bunların kendi dini alâkaları var, felsefi düşünceleri var. (...) Bir gün, Niğde'deki 'Gönüllü evler'inde
misafir ediliyor bu gruplar... Diyor ki Hüseyin Hurmalı Bey, 'Bu
gezilerin en etkili kısmı Niğde evleri'nde yaşananlar oluyor. (Ve devam ediyor:) orada 'Gerçek bizi görüyorlar. Söylemden yalıtılmış, yapmacıka asla imkân vermeyen hayatın içinde, kadınımız, erkeğimiz, ailemiz, çocuklarımızla bizi, yani Türkiyeli
Müslüman bir aileyi, onun insan ilişkilerini görüyorlar.' (...) Bu ilişkilerden, paylaşılması kaçınılmaz çarpıcı anekdotlar doğmuş tabii ki... Anlatıldı: Amerika'dan bir bilim adamı grubu. İçlerinde
Yahudi var, Medodist var, başka din ve mezheb mensubu insanlar var. Hemen çoğu, sosyal bilimci. Gezi bitiyor, Niğde'den dönülüyor. Aracın içinde Yahudi bilim adamı yüksek sesle soruyor: '-Arkadaşlar' diyor, 'Bir soru soracağım. Herkes içinden geleni söylesin. İçimizde 'Lâ ilahe illallah'a inanmayan var mı?' Kendisi devam ediyor. 'İtiraf edelim ki, hepimiz Allah'ın bir olduğuna inanıyoruz.' Sonra devam ediyor: '-Daha zor bir sorum var. Gerçeği söyleyelim, içimizde Muhammed'in
peygamber olduğuna inanmayan var mı? Biliyoruz ki, o bir peygamber. Öyleyse Müslümanlardan farkımız ne? Hepimiz Müslüman değil miyiz? Nasıl bir olay bu? Ne oluyor? Niğde'de tabii ki, bir 'Din sohbeti' yapılmıyor. Ya da özel bir din sohbeti yapılmıyor. Zaten gönüllü ailelerin, din üzerine öyle derinlemesine
tartışma yapacak birikimleri de bulunmuyor. Onlar sade Müslümanlar diye tanımlanabilecek insanlar. Din orada, gönüllü ailelerin insan ilişkilerine derûnî bir tarzda nüfuz etmiş.
Hayat haline gelmiş. Muhtemel ki, yani öyle düşünüyorum, bir yandan da 'kuşku'yu terk etmeyen ve bu gezilerin maksadını sorgulamaktan vazgeçmeyen o insanlar, gördükleri insanların hayatına derinlemesine nüfuz etmiş 'dini' görüyorlar. (...) Belki birilerimiz, bunu yadırgıyor. 'Bunca çaba sırf bir 'Diyalog için mi?' sorusunu soruyoruz. Onlar da 'Evet sırf gönüllere ulaşmak için' diyorlar. Benim anladığım şu: Onlar, 'Gönüllerin en saf hâline, en şartlanmaz, en samimi, en önyargısız hâline ulaşalım. Orası kalb dediğimiz şeydir. Hele bir önyargılar gitsin, Kalbler öne çıksın. Kalblerde ne olacağına kim hükmedebilir ki? Kalblerin sahibi kim ki?' diyorlar."
Ben yine başa, Hüseyin Hurmalı'nın Mektupçu'daki evine dönüyorum... Çünkü o ev, Kestane Pazarı'ndaki Tahta Kulübe'den sonraki evlerden biriydi. Hüseyin de o evin çocuklarındandı...