"Bir an geliyor,
depremin
doğal afet olduğunu falan unutuyorsun.
Kendini müthiş yalnız ve suçlu hissediyorsun! Aileni koruyamadığın için bütün bunlarda senin bir hatan varmış gibi yakıcı bir his dolduruyor içini! Anlatamam! Yaşamayan anlayamaz!"
12 yıl önce
Yalova depremini yaşamış ve ailesinin bir bölümünü orada yitirmiş bir tanıdığımın sözleri bunlar.
Şimdi bütün yaralarının kabuklarını kaldırıyor
Van depremi.
Boğazında düğümlenen acıyı bastırmaya çalışıyor bir yandan da...
Öfkelenmiş! Haklı!
Van'da çadır dağıtılırken yaşanan görüntüleri eleştirenlere, çadırları almak için birbirini çekiştiren insanlara ilkel, hatta yağmacı gibi bakanlara öfkelenmiş!
Medyada ve sosyal medyada büyük bir kibirle uzaktan atıp tutanların çokluğuna şaşırıyor.
Diyor ki...
"Bir
baba o an depremden bile kendini sorumlu sayar; aç kalmış açık kalmış çocuklarına bir an önce
battaniye, çadır götürmek ister; gerekirse ölümü pahasına!"
***
Onu dinlerken bir yandan da gözüm bir haber kanalımızda...
Adı lazım değil, bu kanalımız bir
yardım kamyonundaki paketleri çoluk çocuk aşağı indiren insanları "yağmacılar" olarak aktarıyor.
Şöyle bir iddiada bulunmayı da
ihmal etmiyor: "Olumsuz görüntü yaratmamak için güvenlik güçleri müdahale etmiyor."
Ayakta zor duran dedeler var kamyonun kenarında...
Kamyonun üzerinde küçücük çocuklar var.
Onlar mı yağmacı? Onlar mı çete?
Bir tuhaflık var bu haberde, bu habercilikte, bu kafada!
Anlıyorum ki, deprem gerçeği bile içimizdeki "çatışma-kamplaşma şehvetini" dindiremiyor! Ne yazık ki böyle!
İçimde biriken haykırışı dışarı vursam...
Ayıp yahu, desem, günahtır, desem neye yarar!
Birçoğu orada, Van'da, Erciş'te...
Enkaz önünde artistik duruşlarına, mikrofona heyecanla konuşmalarına laf yok!
Ama iş insanı anlamaya gelince...
Belki, hatta belli ki...
Dertleri başka!