Yozgat'ta yaşanan ve ajanslara yansıyan şu manzaraya hangi yürek dayanır: Yetkililer şehit Üsteğmen Murat Berk'in
ailesine acı haberi vermek için yola çıkmış.
Tedbir olsun diye yanlarında bir de
ambulans bulunmakta. O arabalar yaklaşırken yüreğine
yangın düşen bir anne bahçeye çıkıyor. Yanında diğer aile fertleri. Daha bir cümle sarf edilmeden anne kendinden geçiyor. Birkaç kez denememe rağmen evlat acısını resmeden o görüntüleri sonuna kadar izleyemedim. Yürek dayanmıyor. "
Allah'ım buna sebep olanları kahreyle!" demekten başka söyleyecek söz kalmıyor.
7 yere aynı anda
baskın düzenleyen
terör örgütü, 24 askeri şehit etti. O meş'um hadiseden bir gün önce de beş polisi, bir
sivil vatandaşı ve iki masum çocuğu katletmişti aynı kanlı örgüt. Yukarıda resmetmeye gayret ettiğim ama tastamam anlatmaktan aciz kaldığım manzarada olduğu gibi, kim bilir kaç annenin dizlerinin bağı çözüldü, kaç babanın cümlesi boğazında düğümlenip kaldı, kaç çocuk babasız kalmanın ıstırabını yüreğinin en derin noktalarında hissetti?
PKK, kar topu gibi büyüyen sosyal bir gerçeği fark etmiyor: İşledikleri korkunç
cinayetler yüzünden vicdanlardan yükselen
isyan onları çok yakın gelecekte karanlığa boğacak. Bunu
Kürtler yapacak, Kürt olmayanlar yapacak! Bir anneyi karnındaki bebeği ve yanında bulunan altı yaşındaki çocuğuyla öldüren bir örgüt ayakta kalabilir mi?
Sabah namazını kıldırmak için evinden çıkan bir imamı sırtından vuran katiller
özgürlük savaşçısı sayılabilir mi?
İmam hatip öğrenci yurdunda kalan yavruları diri diri
yakmak için onlarca
molotof kokteyli atan şer şebekesinin meşruiyetinden bahsedilebilir mi?
Ekmek parası için onca zahmete katlanıp fırında çalışan ve kışlaya ekmek götüren bir işçiyi hunharca katleden bir örgüt hak ve adaletten söz edebilir mi?
Kürt sorununda yeni bir aşamaya gelindi.
Kürtler adına mücadele verdiğini söyleyen örgüt öyle korkunç eylemlere
imza attı (ve atıyor) ki artık bu örgüt hakkında yapılacak hiçbir misilleme, 'haksız' sayılamaz. İstisnasız herkes "Artık yeter!" diyor. Daha düne kadar şöyle ya da böyle PKK'ya sıcak mesajlar veren uluslararası güçlerin bile sabrının taştığı görülüyor. Hafta içinde AB yetkililerinin ve ABD'nin verdiği tepkiyi bir de bu gözle okumak gerekiyor.
Savaşın bile bir hukuku vardır, bir ahlakı vardır. Bu kadar acımasız, kuralsız, şımarık, despot bir örgütün
halkın bir bölümü için özgürlük mücadelesi vermesi şöyle dursun, kendi içinde bir huzur
vaat etmesi bile mümkün değil. Bugüne kadar PKK'ya sempati ile
bakan insanlar bile son aylarda yapılan katliamlar nedeniyle bu örgütten nefret eder hale geldi. En azından yapılanların arkasında eskisi gibi duramıyorlar. Neden? Çünkü örgütün üst düzeyi tarafından göze alınan çılgın ve vahşi saldırılar herkesin vicdanını kanatıyor. Örgütün 'hak arayan' maskesi düştü ve bu arada ortaya çıkan çehre bu organizasyonu
taşeron haline getirdi. Kürtleri de kapsayan anlamsız katliamların tek açıklaması var:
Türkiye'nin büyümesinden rahatsız olan güçler, örgütü kullanıyor.
Hafta içinde
Kaddafi, Libyalılar tarafından
linç edildi. Oysa vaktiyle doğru işler yapabilir, halkının gönlüne girebilirdi. Ancak o, Stalinist bir
yönetim anlayışını
tercih etti. En yakınından en uzağına kadar insanları öldürdü, o kan ve kemikler üzerinde zulüm imparatorluğu kurdu. Uyardığı korkunun ve mürailerden inşa ettiği övgünün ilelebet süreceğini sandı. Akıbeti ortada. PKK'nın içinde onlarca Kaddafi var. Kürt halkı onların umurunda değil. Onlar dağda kurdukları despotik hegemonyanın kıyamete kadar sürmesini; bunun için de daha çok kan dökülmesini istiyor. Bu arada insanların vicdanı kan ağlıyor. Bu ağıt artık göklerin kapısını zorlayacak bir bedduaya dönüştü. Kürtler, terlikle kovalayacak bu Kaddaficikleri. Tabii ki bu
ülke demokratik hak paylaşımında cesaretle yoluna devam edecek, hukukun dışına çıkmayacak. Bu arada herkesi
silah zoruyla
esir alabileceğini düşünen eşkıyaya da gereken
ders verilecek; verilmek zorunda. Çünkü tam zamanıdır.
Annelerin feryadı, "Teröristin hakkından gelin gayrı." diyor. Dünya konjonktürü de böyle dediğine göre daha ne bekleniyor ki...
Tarık Akan gerçekleri konuşmalı
Geçen hafta bu köşede bazı sanatçıların
darbe taraftarlığını eleştirmiştim. Örneklerden biri de Tarık Akan'dı. Akan, 27
Mayıs darbesine
destek veriyor "Önümüzü açtı" diyordu. 28
Şubat post-
modern darbesini de alkışlıyordu. Bu yaklaşımı faşizan bulmuş, eleştirmiştim. Bu arada CumaErtesi ekinde (
Kurşun Kalem köşesinde) ortaya atılan iddialara iki aydır niçin
cevap vermediğini hatırlatmıştım.
Kurşun Kalem, iki ay önce ne diyordu? Taş Mektep'in,
Hrant Dink tarafından kiralandığını ancak Tarık Akan'ın
mafya babası Dündar Kılıç'ı devreye sokarak Taş Mektep'i kendi üzerine aldığını iddia ediyordu.
Hürriyet yazı işleri bu iddiaya önem vermiş ve Akan'dan tekzip almış. Hürriyet hazır böyle bir çalışma yapmışken niçin kanlı
27 Mayıs darbesine destek verdiğini ya da 28 Şubat gibi ahlak dışı bir darbeye neden alkış tuttuğunu ünlü artiste sormamış. Herhalde darbe taraftarlığı, Taş Mektep'i zorla ele geçirmek kadar utanç verici bulunmamış. Yazık!
Taş Mektep işine gelince. Bu iddialar Kurşun Kalem tarafından iki ay önce dile getirildi. Tarık Bey sustu, açıklama göndermedi. Şimdi Hürriyet'teki dostları aracılığıyla oradaki bilgileri yalanlıyor. Peki, olayın şahitleri? Hadise sadece Tarık Akan ile Hrant Dink arasında yaşanmamış ki! Mesela beni bir gazeteci aradı ve olayı aynen Kurşun Kalem'in naklettiği şekilde bizzat Hrant'tan dinlediğini söyledi. Onun bahsettiği daha tecrübeli bir gazeteci var. O da konuşmak istemiyor. Dink ailesi de (ne hikmetse) susmayı tercih ediyor. Olsun. Çok yakında
sürpriz bir
tanık her şeyi anlatacak. Gerçekler daha net görülecek...
PANORAMA
CHP Grup Başkan Vekili Emine
Ülker Tarhan, 12
Eylül referandumuna darbe dedi; hem de
Meclis çatısı altında. Yeryüzünde halk oylamasına darbe diyen bir siyasetçi yoktur; olamaz da. Üstelik Emine Hanım bir
hukukçu. Ben şahsen darbe nitelemesini kendisine yakıştıramadım. "Yeni CHP"ye ise hiç mi hiç yakışmadı. Referanduma darbe derseniz darbeye ne diyeceksiniz?
ETA
silah bırakma kararı aldı ve bunu dünyaya ilan etti. Silah bırakma sürecinde demokratik adımların payı olduğu kadar güvenlik güçlerinin örgütü etkisiz hale getirmesinin payı da var. Terörizmle mücadele konusunda AB ülkelerinin İspanya'ya verdiği destek de çok önemli. Bazı AB üyelerinin ETA mücadelesine verdiği desteği Türkiye söz konusu olduğunda göremiyoruz. Neden acaba?
Terör örgütü 24 askerimizi şehit etti. Büyük bir infial yaşandı. Bazen ölçüsüz tepkiler de verildi. Mesela Sayın Kılıçdaroğlu'nun Başbakan'ı istifaya davet etmesi hoş bir tutum değildi. Örgütün amacına uygun bir yere savrulmamak gerekiyor. Onlar sosyal çatışmayı hedefliyor; vicdanı olan herkes kardeşliği pekiştirmeli.
Tam da bu satırları yazarken, Van'dan deprem haberi geldi. Son bilgilere göre 7,2 büyüklüğünde olduğu söyleniyor. Yaşanan onca sıkıntıya, bir de bu eklendi. Allah depremde hayatını kaybedenlere rahmet, yakınlarına ve yaralılara da
sabır ihsan eylesin. Her felaket, beraberinde bir fırsat da doğurur. Terörle sarsılan gündemimizin ardından, deprem vesilesiyle kardeşliğimiz yeniden hatırlanır, birlik ve beraberliğimiz tesis edilir umarım.