Dorotheergasse 6 numaradaki Cafe Hawelka'nın camekan tüllü kapısından son kez çıkarken anladım ki, benim "kürkçü dükkan"larım oturduğum evler değil, sevdiğim kafeler oldu. Dönüp dolaşıp geri geldim kafelere. Özledim onları! Uzakta kalanların bazıları rüyalarıma girdi, bazılarının hayalini kurdum. Peki evlerimde neyi sevdim, diye soracak olursanız... Saklanmayı, içime kapanmayı ve aklıma estiği sabahlar birden bire çıkıp gitmeyi...
***
Bir mutluluk peşinde koşanlar var, bir de huzur peşinde... Birinciler epeyce harcama yapmak zorunda kalıyorlar, ikinciler ise bu yolda kendilerini harcıyorlar! Ama iki kesim de bir türlü hedefe ulaşamıyor. Çünkü mutluluk yaşanan bir şey olmaktan çıkıp sahip olunan bir şeye dönüşmüş! Sonu yok yani! Hep eksiklik, hep tatminsizlik!
Huzur ise şu baştan ayağa huzursuz dünyada ancak hayali kurulabilen bir şey! Huzuru bulduğunu iddia edenlere bakıyorum: Yeryüzü gerçeklerinden kaçmayı; insan acısını yok saymayı, gözü açık halde uyumayı "huzur" sanıyorlar.
***
Batının huzursuz (anksiyete bağımlısı) zihninden olabildiğince uzaklaşmalıyız. Bu doğru! Peki Batı tarafından "eğip bükerek" tercüme edilmiş Uzakdoğu öğretilerine kapılanlar huzurlu mu? Bu işlere gönül vermiş pek az insanda huzur denilebilecek şeyin izlerini gözlemleyebildim. Çoğu "zihnini boşaltmış" ama yerine bir şey koyamamış çocuksu tiplerdi. Boştular, bomboş!
***
Huzur.... O'nun huzurunda olmanın provasıdır. Varsa eğer, olabilirse, böyle bir şeydir! Yoksa yan gelip yatmak, emekliye ayrılmak, dövüş sanatlarına merak salmak,
deniz kıyısında sabahlamak, çocukların okul taksitini ödeyip bir ay daha rahatlamak, bir bahçede birkaç saat geçirmek değildir.
Allah aşkına ne ilgisi olabilir bütün bunların huzurla?
***
Oresteia tragedyasındadır o söz... "Korkunun olmadığı yerde Korkunç kalır."
***
Hani çok hızlı bir trenin penceresinden bakarken evler, ağaçlar hızla gözden kaybolur, yerini belli belirsiz şekiller, hayal meyal görüntüler alır ya... Aşk ve merhamet duyguları da öyle! Hayatımız hızlandıkça bu iki duygu belirsizleşiyor. Aşk, mahrem bir endişe ve didişmeye; merhamet ise cılız bir acıma duygusuna dönüşüyor.
***
Hayır! Hayır! Hayır! Merhamet "acımak" sandığımız şey değildir. Merhamet önce
adalet, sonra muhabbettir.
***
Bir başkasının neden acı çektiğini sormayan; varoluş hakikatini tek bir gün bile kendi içinde sorgulamayan kişiler merhametli olmazlar. Onlar birine acırken sadece kendi üstünlüklerinin ve konforlarının sağlamasını yaparlar.
***
Son yirmi yılda anti-depresan kullanımı yüzde dört yüz artmış... Peki, mutlu muyuz şimdi?