Dün Adalet ve Kalkınma Partisi
Diyarbakır il başkan yardımcısı, 1925'te
Kürtlere yapılan vaadler tutulmadığı için
isyan eden ve asılan Şeyh Sait'in kardeşinin torunu, dolayısıyla bölgede saygı gören bir ailenin mensubu olan Avukat
Muhammed Akar
telefon etti.
Şunları söyledi: "
Şahin Bey, Türklerin çoğunluğu gibi Kürtlerin çoğunluğu da artık çocuklarının ölmesini istemiyor; güçlü ve huzur içinde, kimliğinin saygı gördüğü bir
Türkiye'de yaşamak istiyor.
PKK'nın son saldırıları büyük tepkiyle karşılandı. Kulaktan kulağa, son saldırılarda bir komşu devletin parmağı olduğu söylentisi de yayıldı.
Eminim BDP, hatta PKK içinde şiddetin son bulmasını isteyenler çoktur. Kalıcı bir barış için bunların da desteğinin kazanılması şart. Kürt toplumu bir ağızdan 'Benim için öldürme!' diyebilmeli. Bunun için devletin güven vermesi gerekir. KCK tutuklamaları, Türkiye'nin gerçek bir
demokrasi olabileceğine, demokratik yoldan hak aranabileceğine, Kürt kimliğinin saygı göreceğine güveni sarsıyor. Maalesef gençler dağa çıkmaya devam ediyor.
Sorun öldürmekle çözülemez; intikam duygusuyla yola çıkılırsa şiddet tırmanır. Sorun silahların susması ve masaya oturulmasıyla muhakkak çözülebilir. Bunun için Türk ve Kürtlerin akil adamları, iki toplumun da güvendiği ve saygı duyduğu kimseler, ortak vicdanı temsil eden kadın ve erkek yazarlar, sanatçılar, aydınlar bir araya gelip bu yolda güçlü bir
çağrı yapmalı. Bu çağrı mutlak yankı bulacaktır..."
İktidar partisi AKP'nin Diyarbakır il başkan yardımcısı olan Akar'ın çözüme ilişkin sözleri gerçekte, Türk ve Kürt barış ve demokrasi isteyen herkesin ortak görüşü. Söylediklerine bütün Türkiye, ama öncelikle de hükümet
kulak vermeli. Evet,
Kürt sorununu ve onun bir ürünü olup, sorunun çözümü geciktikçe giderek ondan bağımsız bir hal alan PKK sorununun çözümünde sorumluluk herkesten önce, başta
Başbakan Erdoğan olmak üzere AKP hükümetindedir. Başbakan Erdoğan, sorunun silahla çözülemeyeceğini bilecek akla ve vicdana, siyasi iradeye sahip güçlü bir lider. Onda çözümü başaracak vasıfları gördükleri içindir ki Türklerin de Kürtlerin de yarısı oylarını ona veriyor. Başarırsa tarihe geçecek; başaramazsa Türkiye ekonomiden, demokrasiye ve dış politikaya kadar her alanda tökezleyecek.
Varsın muhalefet partileri her vesileyi hükümeti yıpratmak için sömürme telaşında, ayrımcılığı körüklüyor, şiddete karşı kesin tavır takınmıyor olsun. Bütün bunlar, Türkiye milletinin yarısının desteğine sahip olan hükümetin ve liderin önünde engel oluşturmamalı.
Hükümet, seçimlerden bu yana her nedense bekletilen Kürt kimliğinin tanınması yolundaki reformları her koşul altında sürdürmeli. Türkiye'de demokratik yoldan hak aranmasının mümkün olduğunu gösterecek şekilde, TMK ve TCK'nın şiddete bulaşmayanları da cezalandıran hükümleri değişmeli. Ve PKK ile başlatılan barış müzakereleri kararlılıkla sürdürülmeli.
PKK'nın korkunç saldırılarının amacı şu veya bu olabilir. PKK ya da radikalleri, "
derin devlet" ya da "komşu devlet" tarafından manipüle ediliyor olabilir. 29 isyan, 17 bin
faili meçhul ve 40 bin ölü,
Kuzey Irak'a 26 kara harekâtı, bütün bunlar herhalde sorunun öldürmekle çözülemeyeceğini gösteriyor. Aksini düşünen, eğer şiddetin devamından medet uman bir hesabın içinde değilse, kendi kendini aldatıyor demektir.
Önceki gün İspanya'daki Bask ayrılıkçı
terör örgütü ETA, aralarında BM eski genel sekreteri Kofi
Annan,
Norveç eski başbakanı Harlem Brundtland ve IRA'nın siyasi kanadı Sinn Fein partisi lideri Gerry Adams'ın da bulunduğu arabulucuların çağrısına cevaben, 40 yıldır sürdürdüğü "askeri faaliyet"e son verdi. Evet, Bask sorunu ile Kürt sorunu arasında büyük farklar var. Ancak şurası muhakkak, eğer ETA sonunda askeri faaliyete son verdiyse bu, İspanya'nın ileri bir demokrasi kurması; Bask, Katalan ya da Galiçya milliyetçilerine barışçı yoldan
siyaset yapma kapısını sonuna kadar açması ve bütün demokratik hakları tanımasıyla mümkün oldu.