Yeni İlerleme Raporu sayesinde azıcık da olsa
AB süreci gündeme girmiş oldu.
Bu kadarı da iyi:
Müzakere sürecinin fiilen donduğu bir ortamda ilerleme
raporu kimseye heyecan vermiyor. Zaten yetkililer için de
Avrupa'ya biraz daha yüklenmenin vesilesi oldu rapor.
Başbakan Er
doğan'dan başlayarak ilgili isimlerin yaptığı açıklamalar,
Türkiye'de Avrupa'ya dönük psikolojiyi iyi özetliyor: Erdoğan "AB dökülüyor, Türkiye dimdik ayakta!";
Bülent Arınç "AB'ye bir gün üye olacağız ama ne zaman diye uykusuz kalmaya gerek yok"; Bağış "AB eleştiride cömert, övgüde cimri. Rapor kutsal metin değil";
Taner Yıldız, "
Enerji faslı açılsın diye yalvaracak değiliz, kaybeden biz olmayız."
Belki AB daha ağır eleştiriyi hak ediyor. Zira 2010 İlerleme Raporu'ndan bu yana müzakerelerde tek adım atılmış değil. Son müzakere başlığını, 30 Haziran 2010'da dönem başkanlığının son gününde
İspanya açmıştı. Başkanlık sırasıyla
Belçika ve Macaristan'a geçti. Ama hiçbir şey olmadı. Şu anki
Polonya başkanlık döneminde ve yerine geçecek
Danimarka döneminde de umut yok. Ardından
Kıbrıslı Rumların dönem başkanlığı (Temmuz 2012) geliyor ki,
Tükiye muhatap almayacağını şimdiden deklare etmiş durumda. AB'nin büyük krizle kendi geleceğini görmekte zorlandığı bir ortamda; 2006'dan beri Kıbrıs sorununa takılan;
Fransa ve
Almanya gibi önemli ülkelerin doğrudan ve dolaylı engellemelerine maruz kalan Türkiye, AB sürecinde ne yapmalı?
Aslında Erdoğan'ın AB'ye sert çıkarken sarf ettiği bazı sözler ve Egemen Bağış'ın
Aksiyon Dergisi'ne verdiği röportajda paylaştığı
anket sonuçları, izlenecek rotaya dair önemli ipuçları taşıyor. Kızılcahamam'da AB'ye veryansın eden Erdoğan, aynı konuşmada şunu da diyor: "
Reform sürecinde kararlıyız. Varsın onlar verdikleri sözleri tutmasın."
Anket sonuçları ise bütün olumsuzluklara rağmen halkın yüzde 55'inin AB üyeliğini desteklediğini gösteriyor. Bunun gerçekleşeceğine inananların oranı yüzde 35; AB'yi samimi bulmayanların oranı yüzde 92. Ancak bir oran daha var ki, Erdoğan'ın sözüyle birleştiğinde Türkiye'nin AB rotası daha netleştiriyor. Halkın yüzde 72'si, AB sürecinde hayata geçirilen refromların;
ekonomik, demokratik ve
insan hakları standartlarını yükselttiğini söylüyor.
Buradan çıkan sonuç şu: Tutmadıkları sözleri sık sık hatırlatarak Avrupa'yı kendi krizleriyle baş başa bırakıp her alanda standartları yükseltecek reformlara odaklanmak. Avrupa siyasetini belirlemek imkânsız ama çoğu itibarıyla reformları yapmak kendi elimizde.
Aslında
AK Parti iktidarı, 2007'de tam da bu niyetle büyük bir adım atarak Türkiye'nin 2013'e kadar her alanda AB standartlarını yakalamasını sağlayacak 'AB Müktesebatına Uyum Programı'nı hazırladı.
Çevreden enerjiye, tarımdan yargıya 33 başlıkta hangi
yasa, yönetmelik ve uygulamanın, hangi takvimle hayata geçirileceği tek tek yazıldı. Bunun için 208'i yasa olmak üzere toplam 809 değişiklik öngörülüyordu.
Takvim, 2009'a kadar yıl yıl planlanmıştı. Sonraki düzenlemeler ise 2009-2013 gibi daha geniş dilimde yapılacaktı.
Şimdi nerede olduğumuzu görmek için siyasî yanı olmayan 'çevre' başlığına baktım. Çevrede uyum için öngörülen değişiklik sayısı 67. Sadece 11'i yasa düzeyinde. Ancak 2009'a kadar bitirilmesi gereken 'Doğa ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu' için AB Bakanlığı dokümanında yazan not, 'Teknik çalışmalar sürmektedir'. Biyogüvenlik Kanunu ile ilgili hiç not yok.
Stockholm Sözleşmesi'nin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun için düşülen not da çalışmaların sürdüğü yönünde.
2013'e kadar tamamlanması planlanan; 'Çerçeve su
kanunu', 'Çevre ajansı kanunu', 'Tehlikeli kimyasalların ithalat ve ihracatına ilişkin mevzuat', '
Maden atıklarının kontrolü yönetmeliği' gibi başlıkların hangi aşamada olduğuna dair ya bilgi yok veya 'Teknik çalışmalar sürmektedir' notu var. Yetkililer her biri için çok şey söyleyebilir. Ama burada amaç bağcıyı dövmek değil, iki noktaya dikkat çekmek: Bir, Avrupa'nın siyasî tavrına bakmadan AB müktesebatına uyumu milli
hedef olarak belirlemişsek, siyasi polemikler reformlara engel olmamalı. İki, hükümetin
bürokrasi nezdinde konuyu takibi ve kamuoyunun alınan mesafeyi öğrenmesi için AB gibi Türkiye de kendi
ilerleme raporunu yayınlayabilir. Rapor yıllık olabileceği gibi, AB, Adalet,
Dışişleri ve İçişleri bakanlarından oluşan Reform İzleme Grubu'nun toplantı periyoduna uygun, daha kısa süreli de olabilir. Ülkemizin standartlarını yükseltmek; kamuoyunu bilgilendirmek; Avrupa'daki dostların elini güçlendirip iç/dış samimiyet sorgulamalarını bitirmek için çok iyi olmaz mı?