'Mizansen muhalefet' tabirini
CHP lideri
Kemal Kılıçdaroğlu ile Oda TV soruşturması kapsamında tutuklanan
Nedim Şener arasındaki
telefon konuşmaları sonrasında CHP hak etmişti.
Ancak ortaya çıkan belgelerden sonra BDP bu unvanı kimseye kaptırmaz.
Kılıçdaroğlu ile Şener arasındaki telefon görüşmeleri için 'ne olmuş yani her gazeteci siyasilerle bu tip görüşmeler yapabilir' diyenlerin yanıldığı bir nokta var.
Doğrudur, biz haber için herkesle görüşürüz. Hatta bunu yaparken de biraz sınırları zorlarız. Ama Kılıçdaroğlu Şener'e bilgi vermiyor, istihbarat paylaşmıyor. Aksine mizansen bir haber siparişi veriyor.
Meslektaşımız da 'bu etik değil' demiyor.
Fakat BDP'de öyle şeyler oluyor ki CHP'nin mizansenlerini ezip geçiyor.
Görünüşte her şey normal.
Yani genel başkanı,
yönetim organları, teşkilatları, belediye başkanları, tüzüğü, kurultayı ile olması gerektiği gibi bir siyasi parti görünümünde BDP.
Gelin görün ki gerçek hiç de öyle değil.
Genel başkandan belediye başkanına kadar vitrinde olan herkes ve her şey mizansen. Partiyi kuran, yöneten, politikalarını belirleyen irade
İmralı ve Kandil'de. Milletvekilleri ise kendilerine dikte edilenleri söyleme ya da talimatları uygulamanın ötesine geçemiyorlar.
Milyonlarca seçmeni olan bir siyasi parti için ağır bir
eleştiri gibi gelebilir.
Fakat benimkisi eleştiriden çok durum tespiti. Çünkü BDP'li siyasiler tam anlamıyla KCK'nın elinde
esirler.
Gerçi bu esirlilik biraz gönüllülük esasına da dayanıyor ama sonuçta gerçek değişmiyor.
Önceki gün Sabah'ta çıkan bir haber bu ilişkiye tam anlamıyla tüy dikti. Malum olduğu üzere
Kürt sorunu ve
PKK terörü ile ilgili kritik bir süreçten geçiyoruz.
İşte bu noktada BDP
Milletvekili ve DTK Eş Başkanı Aysel Tuğluk'un Taraf'ta yayınlanan mektubu önemliydi. Hatta bu
mektup üzerinden siyasi projeksiyonlar bile yapıldı.
Fakat gerçekte Tuğluk adına yayınlanan mektubu KCK'dan
tutuklu Nihat Oğraş cezaevinden yazmış. Tuğluk da üzerinde neredeyse hiç değişiklik yapmadan bu mektubu kendi imzası ile Taraf'a yollamış.
Tuğluk, Çongar'dan ve tüm kamuoyundan özür diler mi bilmiyoruz ama sorun şurada ki bu tekil bir olay değil. KCK iddianamesi ve son operasyonlar bu konuda mebzul miktarda örnekle dolu.
Mesela KCK'nın
seçim stratejisi ile ilgili talimatları yine Oğraş tarafından Tuğluk'a iletilmiş ve BDP bu
yol haritası üzerinden seçime hazırlanmıştı.
Yine KCK iddianamesinde yer alan ve geçen hafta bu köşede yer verdiğim çok çarpıcı bir örnek var. Bağlar belediyesinin bir ihalesini KCK sorumlusu bozdurup 1,4 trilyon fazla parayı PKK'ya yakın şirkete verdiriyor. Yani terörü vatandaşın vergileri ile finanse ediyorlar.
Seçilmiş başkanın hiçbir inisiyatifi yok.
Osman Baydemir'in durumu ortada. Artık silahlar miadını doldurdu dediği için başına gelmeyen kalmadı. Temizlik işçisi tarafından yargılandı, hesaba çekildi. Yetmedi yanına eş başkan atadılar.
İddianameye yansıyan ve
mahkeme kararı ile yapılan dinlemelere göre KCK yönetimi milletvekillerine TBMM'de yapacakları konuşmayı bile yazıp gönderiyor.
Bu alandaki en vahim örnek ise geçen aralık ayında yaşandı.
BUGÜN'de manşete taşıdığımız haber her şeyin mizansen olduğunun deliliydi.
Aralık ayında Diyarbakır'da
Kürt sorunu üzerine kafa yoran onlarca aydını toplayan DTK ikinci günün sonunda bir özerklik bildirisi yayınlamıştı.
O bildiride açıkça iki bayraktan iki dilden bahsediliyordu. Sonra ortaya çıktı ki o metin bizzat Kandil'de kaleme alınmış ve ilan edilmesi için Diyarbakır'daki toplantıya yollanmış. O kadar yazar çizer ve aydın mizansen olarak çağırılmış.
Bakmayın siz BDP'li siyasilerin bu tip haberlere tepki göstermesine.
Off the record sohbetlerde de KCK'nın elinde esir olduklarını anlatıyorlar. Hatta 'belediyeyi ben yönetmiyorum ki' diyenler de var. Ayrıca KCK baskısı sadece Diyarbakır'da değil. Ankara'da bile BDP'li vekiller '
komiser' dedikleri vekillerden sorumlu KCK'lıdan habersiz başka partilere ziyarete bile gidemiyorlar.
Yani Kürt siyaseti adına ortaya çıkanlar sadece kendilerine verilen rolü oynuyorlar. KCK baskısı kalkmadan BDP'nin çözüme katkı sağlamasını beklemek boş hayal olacaktır.