Ak Parti ile on yıl


Bu hafta sonunu Kızılcahamam’da geçirecek parti yönetimi, bakanlar ve milletvekillerinin oluşturduğu kalabalığa hitap eden Başbakan Tayyip Erdoğan’ı izlerken, Ak Parti’li on yıl da gözlerimin önünden geçti. Dünyanın çok hızla dönüştüğü bir dönemde kuruldu Adalet ve Kalkınma Partisi; hızlı dönüşümün sarsıntıları en fazla şimdilerde hissediliyor. Nasıl hissedilmesin: Dünyanın gittiği yönü umursamayan rejimlerin bazısı halkları tarafından değişime zorlanıyor; sistemin merkezinde bulunan ülkeler bile ekonomik açıdan krize tutuldular... Türkiye ise Ak Parti öncesinde yaşadığı ekonomik krizden gerekli dersleri çıkardığı ve bir daha benzer sarsıntılar yaşanmaması için hayati tedbirler alınmaya devam edildiği için her ülkeyi etkileyen altüst oluştan en az darbeyi alan ülkelerden bugün... ‘Toplumu dışlayan devlet’ projesinden katılımcı demokrasi haline dönüşme çabaları da işleri kolaylaştırdı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu da bugüne benzeyen bir dönemde gerçekleşmişti. Kurucu kadro dönemin özelliklerine uygun tercihlerde bulundu; büyük yanlışlara sürüklenmedi. O yılların, Nazizmin ve Komünizmin eş zamanlı yükseldiği, demokrasilerin kendilerini korumasız hissettiği bir dönem olduğunu unutmayalım. Sonunda hem Nazizm hem de Komünizm kaybetti. Önemli olan global değişim ve dönüşüm dönemlerini ve özelliklerini zamanında fark edip uygun tavırlar alınmasıdır. Ak Parti’nin kurulduğu dönem demokrasinin katılımcı özelliğinin öne çıktığı günlere rastlıyor. ‘Halka rağmen halk için’ formulü artık geçerli değil; halk için yapılacak ne varsa halkla beraber yapılmak zorunda. Halksız formüllere dayalı çözümlerden yana olan partilerin yaldızları her geçen günle biraz daha eksiliyor. Buna karşılık, halkı denklemin içine alan siyasi hareketler ön plana çıkıyor. Sadece ‘Arap Baharı’nın yaşandığı coğrafya değil bu hareketlerin zemini; ABD’de başlayan zenginleri hedef alıcı kitlesel hareketlilik giderek başka Batı ülkelerini de etkisi altına alacağa benziyor. ABD ve Avrupa’da insanlar belli zaman aralıklarıyla sandık başına gitmekle sınırlı bir katılımı yeterli bulmadıklarını belli etmeye başladılar; herkes kendisiyle ilgili kararlarda daha doğrudan etkili olma çabasında. Ekonomik bozuklukların faturasını geniş yığınların üstlendiği dönemlerin bittiği, faturayı bozuk ekonomiden en fazla yararlananların ödemesi esasının gündeme geldiği günlerden geçiyoruz. Hükümetin yeni ilân ettiği Orta Vadeli Program ile lüks mallara Özel Tüketim Vergisi’ni artırma kararı ABD’yi bir baştan diğerine sarsmaya başlayan kitle hareketlerinden esinlenmişe benziyor. Dış politikada bugüne kadar sürdürülen ilkeli politika öngörülemeyen zemin kaymalarından etkilendi; ancak ilkelerden fazla taviz vermeden yola devam edilmesi şart. Kavgacı, eli sürekli tetikte bir ülke değil, öyle olmamalı Türkiye; esas itibarını ‘yumuşak güç’ oluşundan devşiren bir ülke olmayı sürdürmeli. Savaşa direndi, yine direnmeli. ‘Kürt sorunu’ çözüm yolunda; çözümü yokuşa sürmek veya sürüncemede bırakmak için çıkartılan engeller aşılmaz değil. Doğru zamanda doğru kararlar almak, beklenen adımları atmak, sabırla ilerlemek... Yapılması gereken bu. On yılda ülke çok değişti.
<< Önceki Haber Ak Parti ile on yıl Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:  
ÖNE ÇIKAN HABERLER