Biliyorum bir kısım ulusalcı zevatın yüreklerinin yağı eriyor, mest oluyorlar Antalya'da yapılan
Altın Portakal Film Festivali ile ilgili yayınları izledikçe... Onlar kendinden geçmesin de kim geçsin?
Rutkay Aziz'inden Cem Davran'ına, adını sanını duymadıkları sinemacılardan sektöre yeni bulaşmış isimlere kadar
mikrofonu eline geçiren herkesin, '
muhalif söylem' adına
iktidardan başlayıp toplumun bir kesimine yönelik bindirmelerini o kadar özlemişlerdi ki...
Hatırlarsınız...
Bu ülkede her adli ya da akademik yıl açılışları, harp okulları kapanışları vs. benzeri rahatlama seanslarına çevrilirdi. Türk milletinin ne gericiliği, ne yobazlığı, ne düşmanlığı kalırdı, ne hainliği.
Derken değişmeye başladığını gördük ülkenin.
Vesayet ve statükonun beslendiği bulanık
gıda azaldıkça normale döndü memleket. Esasen bu normale dönüşte öncü olması gereken alanlardan biriydi sanat. Özellikle de sinema. Gelin görün ki, bu topraklardaki varlığı boyunca özgün bir duruş, yerel bir bakış ve sırtını kendi topraklarına yaslamak gibi bir derdi hiçbir zaman edinmemiş
Yeşilçam, en çok da
baskı dönemlerinde egemenlerin dümen suyuna gitmişti.
Elbette istisnaları, bir tutam onurlu sinemacıyı ayrı tutuyorum bu cümleden.
Bu haz ve mest olma seansları 1979 yılı için yapılan nostaljik
ödül töreninde zirve yaptı. Eline mikrofon alan herkes
sansür kavramından yola çıkarak mevcut iktidara çakmayı ve kendi ideolojileri dışındaki her şeye vurmayı marifet saydı.
Ve elbette alkış
kıyamet gırla gitti.
Ne de mutlu olmuştu Yeşilçam'ın
festival insanları!
O kadar dengesiz, bilgisiz ve kendinden geçmiş bir
hakaret ve aşağılama seansına dönmüştü ki, eline mikrofon geçiren bir sinemacı açıkça
CHP'li olduğunu söylüyor, salonda bulunan Deniz Baykal'a hürmetlerini sunuyor ve sansüre lanetler okuyordu. Oysa bahsini ettiği dönemdeki sansür kanunlarının tamamı CHP tarafından çıkarılmış ve uygulanmış şeylerdi.
Düşünebiliyor musunuz, referandumda, genel seçimlerde,
vesayeti, statükoyu, Kemalizm'i bayraklaştırmayı marifet ve siyasi konumlanma sanan,
Cumhuriyet gazetesinin seçimlerle ilgili yaptığı dibine kadar ideolojik olan 'saatleri geri alacağız farkında mısınız?' türü reklamların sesi Rutkay Aziz,
özgürlükten, sansürden, demokrasiden filan dem vuruyordu!
Yalanları sınıflandıranların şöyle bir tespiti vardır: En büyük yalan, içinde doğrular olandır...
Aziz'in söylediklerinde kısmî haklı olduğu şeyler elbette vardı ve kimse bu ülkenin dört başı mamur bir özgürlük ve mutluluk ülkesi olduğu inancında değildi. Ancak yapılan eleştirilerin, eleştiriden ziyade bir zihniyetin eski reflekslerine geri dönme çabası olduğunu anlamamak için liberal kostümlü saflıktan başka şeyler gerekiyordu.
Bu zevatı üzecek bir ayrıntıyı söyleyeyim, sinema bu ülkeye kendilerinin 'tu
kaka' dedikleri bir dönemde, keşfinden hemen bir yıl sonra, üstelik 'çok faydalıdır' raporuyla girmiştir. Allah'tan daha o dönem Cumhuriyet kurulmamıştı ve CHP iktidar değildi. Yoksa emin olun ki, sinema ülkemize en az 30 yıl sonra ancak girebilirdi.
Keza ilk dönem filmlerine ve sinemanın gelişimine baktığımızda da benzeri bir özgürlükçü tabloyu görmek mümkün.
Bugün beş yıldızlı
otel salonlarında kasıla kasıla ideolojik lafazanlık yapanların önce kendi siyasi tarihlerini okumaları, sonra da aynaya bakmaları gerekiyor sanırım.
Hele bir aynadaki görüntünüze bakın da sonra karşımıza geçip haklar ve özgürlüklerden bahsedin!
NOT: Bu konuya biraz daha ayrıntılı olarak
Aksiyon dergisinde devam edeceğiz.