'Diktatörlükten demokrasiye geçiş' başlığıyla Orta
doğu'daki gelişmelerin ele alınacağı toplantıda konuşacak isimlerden biri olan Abdulmünim Abul Futuh'un ilk günkü oturumu kaçırması, Arap Baharı'nın gerçekten bazı şeyleri değiştirdiğinin işaretiydi.
Mısır'da
Müslüman Kardeşler'in devlet başkanlığı yarışına katılmama kararına
itiraz ederek adaylığını açıklayan Abul Futuh,
Başbakanlık Dolmabahçe Çalışma Ofisi'ndeki toplantıyı
Kahire Havaalanı'ndaki
grev nedeniyle kaçırmıştı. Zira
özgürlüklerin tadını alan herkes daha çok hak istiyordu.
Önceki gün, Mısır'ın önemli
azınlık gruplarından Kıptiler, daha fazla özgürlük ve kiliselerinin korunması talebiyle meydana inince çıkan çatışmalarda onlarca insan öldü.
Dün ise Mısır
seçim komisyonu, partilerin dinî kavramları kullanmasını yasaklarken,
Müslüman Kardeşler 'Çözüm
İslam' sloganından vazgeçmeyeceklerini duyurdu.
Sadece Mısır'da değil,
Tunus,
Libya,
Yemen,
Suriye ve
bölge ülkelerindeki çok hızlı gelişmeler yaşanıyor ve ne olup bittiğini anlamak bir yana, olayları takip etmek bile çok güç. Bu yüzden Başbakanlık
Kamu Diplomasisi Koordinatörlüğü'nün
Georgetown Üniversitesi ile birlikte İstanbul'da düzenlediği 2 günlük toplantı, bölgede olup bitenleri anlamak; 'ekmek, özgürlük ve sosyal
adalet' sloganıyla 30-40 yıllık rejimleri sarsan Arap Baharı'nın neresinde olduğumuzu görmek bakımından önemliydi.
Avrupa,
Amerika,
Ortadoğu ve Türkiye'den akademisyen, gazeteci,
siyasetçi ve diplomatlardan oluşan 60´tan fazla üst düzey katılımcı vardı toplantıda. John Esposito, Fehmi Hüveydi,
Ahmet Davutoğlu,
Raşid Gannuşi, Nadia Mustafa ve Abdulmünim Abul Futuh konuşmacılardan bazılarıydı.
Tahrir Meydanı'nda tarih yazan birkaç aktivist de katılımcılar arasındaydı.
Kamuya açık bölümü dışında Chatham kuralları geçerli olduğu için bire bir kimin ne söylediğini paylaşmak mümkün değil, ama toplantıya yansıyan hava, halen umutlar korunmakla birlikte Arap Baharı'nda ilk günlerin coşkulu/romantik atmosferini daha çok kaygıların ve ciddi soru işaretlerinin aldığını gösteriyor.
Arap Baharı'nın önde gelen iki ülkesi Mısır ve Tunus'ta,
Bin Ali ve Mübarek düştü ama eski rejimler ayakta. Bu yüzden yaşananlara devrim denip denmeyeceği bile tartışmalı. Libya'da
Kaddafi avı hâlâ sürüyor. Suriye ve Yemen'in akıbeti belirsiz. Siyasî tsunamiden, krallıkların ne kadar nasipleneceğini kimse bilmiyor. Bu çerçevede, Arap Baharı'nın karşı karşıya olduğu zorlukların bir kısmını şöyle saymak mümkün:
1- Depremi tetikleyen, bölgedeki sosyo-
ekonomik sorunlardı. Değişim aktörleri, bu ağır sorunları çözecek vizyona ve
politikalara sahip mi? Yoksa istikrarsızlıkla şartlar daha mı ağırlaşacak? Mısır'ın sadece turizmdeki kaybının yüzde 80 olduğu söyleniyor.
2-
Devrimci ruh ile normal hayata dönüş arasında bir denge kurulacak mı? Farklılıklarına bakmadan liderleri deviren farklı akımlar, inşa sürecinde de aynı uzlaşma kabiliyetini gösterebilecek mi? İslami siyasi hareketler kimliklerini ve toplumsal meşruiyetlerini korurken, dünyayla barışık demokratik bir siyaset geliştirebilecekler mi? Değişimciler, eski rejimin provokasyonlarına karşı kitleleri uyaracak dil ve imkânlara sahip mi? Gösteriler, grevler, bitmeyen gruplar arası gerilimler normalleşmeyi geciktirip, kitleleri devrime soğutabilir.
3- İnsan hakları, adalet ve güvenlik, insanların temel sorunlarıydı. Yeni yönetimler bu sorunları çözebilecek mi? Doğu Avrupa'daki dönüşümde AB ve NATO'nun değerleri
tayin etme ve yol göstericilik rolünü kim oynayacak?
4- Mısır'da Sina; Libya'da
Bingazi gibi eski yönetimlerin
ihmal ettiği bölgeler vardı. Yeni yönetimler herkese eşit
hizmet sunan, merkezî, şeffaf devlet yapıları kurabilecek mi?
5- Dünya ve özellikle Batı, başlayan devrim dalgasının tabii sonucuna varmasına razı olacak mı? Kazanan aktörlerin kimliği gereği, 1990'larda Cezayir'de; 2006'da Filistin'de
sandık sonuçlarını tanımayan içerideki güçler ve Batılı müttefikleri bu kez seçim sonuçlarını kabule hazır mı?
6- Değişim aktörlerinin talebi olan şeffaflık ve adaletin sağlanması ile eski rejime dair kirli dosyaları kapatarak bir noktada geçmişle uzlaşma arzusu arasında denge kurulabilecek mi?
7- Tahrir'de
İsrail bayrağının yakılmayışı, bazılarına değişimin
dış politikayla ilgisi olmadığını düşündürmüştü. Halbuki içeride onurunu kazanmak isteyenler, dışarıda da bunu isteyecekti. Bu durumda, Batı'nın özellikle de ABD'nin İsrail öncelikli yaklaşımı ile yeni yönetimlerin dış politika anlayışı örtüşecek mi? Bölgede daha İslamî, daha
Amerikan karşıtı, daha bağımsız yeni Türkiye'lerin ortaya çıkmasını, Batı kabul edecek mi?
Arap Baharı'nın başarısında; bu faktörlerin yanısıra, yeni aktörler ile ulusal/uluslar arası eski aktörler arasında kapalı kapılar arkasında yapılan
müzakereler etkili olacak. Ümit edelim, halklar her halükârda düne göre daha özgür ve daha müreffeh olsun.