Bugün kaçınılmaz olarak
Steve Jobs’un ölümünden, kurduğu imparatorluktan, bu imparatorluğun boyutlarından ve yine kaçınılmaz olarak bu konular üzerinden,
Türkiye’den bahsedeceğiz.
Steve Jobs’un,
Steve Wozniak ve Ronald Wayne ile birlikte bir garajda kurdukları
Apple firması 2010 sonu itibariyle elli bin kişilik bir istihdam yaratıyor.
Apple yine 2010 senesinde yaklaşık 65 milyar dolarlık bir ciro gerçekleştirmiş.
2010 senesindeki karı da yine yaklaşık 14 milyar dolar.
En önemlisi de şirketin toplam değerinin 350 milyar dolar oluşu.
Apple bilgi ekonomisi döneminin en başarılı örneklerinin başında geliyor.
Yukarıda kullandığım kimi ifadelerin Türkiye için ne anlama geldiklerini tartışacağım.
Steve Jobs ve Apple üzerinden geleceğim Türkiye konusu Steve Jobs’u evlat edinen Clara Jobs’un (Clara Hagopyan) babasının 1894
Malatya doğumlu Lui Hagopyan, annesinin de yine 1894
İzmir doğumlu Viktorya Artinyan olmasından kaynaklanmayacak.
1955 doğumlu Steve Jobs’un biyolojik annesi bir
amerikalı, babası ise bir suriyeli; Paul Jobs ve Clara Hagopyan çifti Steve Jobs’u neden evlat edinmişler doğrusu bilmiyorum, çok da ilginç değil.
Daha ilginç olan Apple’ın hikayesi.
Şirketin ismi neden Apple (
elma),
logo neden ısırılmış bir elma, bu konu daha ilginç, bu hikayeyi eskiden bu sütunda yazdığımı hatırlıyorum, belki tekrar dönerim ama bazı kaynaklarda karşılaştığım açıklama ile, Steve Jobs’un vejetaryen olması ile hiçbir ilgisi yok.
Gelelim Steve Jobs ve Apple üzerinden Türkiye meselesine.
Kanımca ilk üzerinde durulması gereken konu Apple şirketinin ilk kez, 1976 senesinde, bir garajda kurulmuş olması ve bugünlere ulaşması.
Şirketin üretime bir garajda başlamış olmasının bir iktisatçı için anlamı ve önemi ciddiye alınabilecek bir sabit
sermaye yatırımı gerektirmemiş olması.
Bu ölçüde başarılı bir şirketin
ihmal edilebilecek, yok mertebesinde bir sabit sermaye ile ABD’de nasıl kurulmuş olmasının yegane cevabı herhalde kurucularının dehaları, yaratıcılıkları, sezgileri.
ABD’de, başta Microsoft’un kurucusu
Bill Gates olmak üzere, benzer dahilerin, yaratıcıların, sezgi sahiplerinin sayısı az değil.
Ve tam da bu nedenden ABD bugün dünyanın tartışılmaz lideri durumda.
Bu aşamada, biraz üzülerek, biraz sıkılarak, sabit sermaye gerektirmeyen bu tür sezgi temelli buluşların neden bizim ülkemizde olmadığını tartışmaya da açabiliriz.
Apple’ın, yaklaşık sıfır sabit sermaye ile kurulmuş bu yaratıcılık ve sezgi şampiyonu şirketin piyasa değeri 350 milyar dolar düzeyinde.
Başka bir ifade ile iki tane Apple şirketi, Türkiye’nin 2011 senesinin milli gelirine eşit gibi.
Bu nasıl bir şeydir?
Bizde ailesinin otomobil garajında, bu tür şeyler geliştirmeye çalışan kaç
genç var?
Bu büyük farkın kökeninde toplumsal şartlandırmaların, berbat eğitim sisteminin payı nedir?
Son senelerde gençlere yönelik girişimcilik derslerinin sayılarında bir artış var ama acaba bu derslerin ilk on dakikasında, firma kelimesi karşılığı olarak Orta
Asya türkçesinde kullanılan “kâr hane” (bileşik de yazabilirsiniz) yani kâr üreten iktisadi birim kelimesini
Anadolu türkçemize nasıl aldığımızı, özünde firma anlamına gelen bir kelimeyi hangi anlamda kullandığımızı (kerhane?) ve bunun nedenlerini anlatıyor muyuz?
Mal, sermaye gibi kavramların da ne anlamlara (fahişe?) dönüştürüldüğünü düşünüyor muyuz?
Yaratıcılık ve sezgi gerektiren işlerde çok başarılı olmadığımız gerçeği altında dilimiz türkçemizdeki bazı deyimlerin rolünü, yani toplumsal şartlanmalarımızı tartışıyor muyuz?
Mesela mı?
“Eski köye yeni adet getirmek”, “İcat çıkarmak”, “Çeşit olmak”, “Sürüden ayrılanı kurdun kapması” vs.
“İcat çıkarma”nın, “Eski köye yeni adet getirmenin” olumsuz anlamlara geldiği toplumlarda bir Apple üretilebilir mi?
Oysa, Steve Jobs “eski köye yeni adet getiren”, “
icat çıkaran”, “çeşit olan”, “sürüden ayrılan” bir zihniyetin temsilcisi idi.