Osmanlı’nın çöküş yıllarından bu yana Türk dış
politikasının temel özelliği realist ve faydacı olmasıdır. Aynı bağlamda
Türkiye’nin gerçek gücü ile çıkarlarını korumak için ihtiyaç duyduğu güç arasında
uçurum bulunduğundan, Türk diplomasisi daha çok büyük güçler arasındaki rekabeti istismar etmeye, sömürmeye dayalı olmuştur. Rusya’ya karşı
İngiltere, İngiltere’ye karşı
Almanya, Sovyetler’e karşı ABD’ye yaklaşmak örneklerinde olduğu gibi...
Son günlerde ise Türk
dış politikasında devrim niteliğinde değişimler yaşanıyor. Bu değişimi “Türkiye’nin ekseni kayıyor” veya “Türkiye Batı’dan uzaklaşıyor” gibi yüzeysel ve meselenin sadece tek bir boyutuna odaklanmış cümlelerle açıklamak mümkün değil.
***
İlk olarak Türkiye içeride ve dışarıda özgüven patlaması yaşıyor. Bunun bir nedeni ekonomideki hızlı
büyüme. Türkiye ‘
Avrupa’nın ve Ortadoğu’nun kaplanı’ haline geliyor.
Ekonomi büyüdükçe adımlar yere daha sert atılabiliyor. Fakat özgüven artışını sadece para ile açıklamak yetersiz kalır. Türkiye geçmişten farklı olarak küresel ve bölgesel değişikliklerden korkmuyor. Demokrasiden ve
insan hakları çıtasının yükselmesinden de çekinmiyor. Tam aksine, tüm bunları kendi lehine görüyor. Bu da Türkiye’nin hızla ‘kimlik bunalımı’ndan da çıkıp, kimliğini oturtması ile ilgili.
İkinci olarak Türk dış politikası edilgen konumdan çıkıp pro-aktif, hatta hiper-aktif bir hale dönüşüyor. Uluslararası toplantılarda ‘süt dökmüş kedi’ gibi başa öne eğik Türk diplomatları yok artık. Gündemi Türkler belirliyor, sesleri çok ama çok gür çıkıyor. Bunda özgüven artışı kadar artık söyleyecek cümlelerimizin olmasının da etkisi büyük.
Üçüncü büyük değişim dış politikanın katı realizmden ve pragmatizmden etik ve hatta idealist bir çizgiye kayışıdır. Geçmişte komşularının
demokrasi kalitesi Türkiye’yi fazlaca ilgilendirmezdi. O
ülkelerde hakları ihlal edilenler Türkler bile olsa Türkiye son noktaya kadar sesini çıkaramazdı. Bugün ise demokrasi ve insan hakları Türk dış politikasının en önemli unsurları arasına katıldı. Türkiye’nin Arap Baharı’nda takındığı tutum bunun açık kanıtıdır.
Bir önceki değişim ile bağlı olarak Türkiye artık diğer ülkelerin iç işlerine karışmaktan da korkmuyor. Oysa geçmişte ‘içişlerine karışmama ilkesi’ Allah’ın emri gibiydi. Türk dış politikasının belki de en önemli kutsalı buydu. Oysa şimdilerde Türkiye sadece komşularının değil, Avrupa ve ABD’nin de iç işlerine burnunu sokuyor, hiçbir ülkeyi kendi yetkisi dışında görmüyor. Bu değişimin altında yatan gerçek ise Türkiye’nin kendi içişlerine karışılmasından korkmamaya başlamasıdır. Geçmişte hapishaneleri işkencehane gibi olan Türkiye, bugün içeride eli
temiz olmanın rahatını yaşıyor.
Son olarak yeni Türkiye büyük güçlere alternatif senaryolar yazıyor. Başka bir deyişle başkasının senaryosunda kendisine daha iyi figüran rolleri aramıyor. İster ABD olsun, isterse AB, Türkiye empoze edilmeye çalışılan senaryolara meydan okuyor ve kendi kelimeleriyle dünyayı
tarif etmeye ve çözümler geliştirmeye çalışıyor. Oysa geçmişte
bıçak kemiğe dayanıncaya kadar Türkiye uluslararası toplumla birlikte hareket ederdi, büyük devletler ile çatışmamaya özel bir önem gösterirdi. Bugün ise Ankara’nın öncü rolü dikkatlerden kaçmıyor.
***
Tüm bunları dikkate aldığımızda karşımızda kendisine daha çok güvenen; geçmişten daha güçlü; kimlik krizlerini büyük oranda aşmış; daha demokrat ve insan haklarına daha saygılı; temel değerlerini ve evrensel insan hakları değerlerini çevreye yaymaktan çekinmeyen; başkasının yörüngesinde değil, kendi ekseninde; çok boyutlu ve dengeli bir dış politika izlemeye çalışan çok daha özgür ve bağımsız bir ülke var. Kısacası karşımızda yeni bir Türk dış politikası var. Yeni Türkiye hepimizi gururlandırıyor ve şaşırtıyor. Ancak unutmayalım, özgürlüğün de liderliğin de bazı riskleri ve bedelleri vardır.