Siyasette kusur aramaktan çok artıları öne çıkarma zamanı... Çünkü
Türkiye toplumu ilk kez
sivil bir anayasa yapıyor.
Meclis çatısı altında "
Uzlaşma Komisyonu"yla
ilk adım atıldı. Bu
komisyon anayasa yapmak için nasıl bir
yol haritası izleneceğine karar verecek.
Bu nedenle kırılma yaratacak bir sorun beklenmiyor.
Elbette derin sorunları olan ve kutuplaşan bu toplumsal yapının "uzlaşma" ile bir anayasa yapması hiç kolay değil.
Bunu kolaylaştıracak tek şey siyasi partilerin cesareti.
Artık hiçbir parti karnından konuşmamalı ve zamanın dayattığı, toplumun kendisi gibi olmasını sağlayacak sivil bir anayasa yapılmalı.
Hiçbir parti bundan kaçamaz.
Şu gerçeği görmemiz gerekiyor, mecliste temsil gücü yüksek 4 parti var. Yeni anayasa talebi, en yoğun biçimde
AK Parti ve DTP çevresinden geliyor.
CHP ve MHP'nin ise geleneksel tavrı daha çok "mevcut" sistemin korunmasından yana.
Buna bir de DTP'nin bazı siyasi çevrelere sert gelebilecek talepleri eklenince iş daha da zorlaşıyor.
İşte bu noktayı aşacak tek şey, CHP'nin verdiği sözler ve çizdiği çerçeve... Bu açıdan CHP, daha önce de söylediğim gibi yeni anayasa yapma sürecinin
kilit partisi konumunda.
Bu kilit parti konumunu CHP aklı, iyi değerlendirirse toplumla kurmakta zorlandığı kapıları da açabilir. Çünkü göründüğünün aksine CHP, yeni anayasa konusunda yeterli olmasa da ortaya somut şeyler koyan tek parti.
Bir kere
seçim bildirgesinde anayasa üzerinde hiçbir
vesayet olmaması gerektiğini söyledi.
Ardından 25
Mayıs 2011'de yani seçimlerden yaklaşık 20 gün önce kamuoyuna yeni anayasaya ilişkin bir komisyon raporu açıkladı.
Bu raporun eleştirilecek yanları elbette var ama birkaç konuda bugüne ışık tutan çok önemli açılımlar var. Dahası hazırlayanlar arasında
Süheyl Batum,
Sezgin Tanrıkulu, Atilla Emek, Perihan Sarı, Koç Üniversitesi'nden Prof. Dr. Bertil Emrah Oder,
Gülseren Onanç, Prof. Dr.
Binnaz Toprak ve Atilla Sav gibi isimler var. Raporda başlangıç metniyle ilgili şöyle deniyor: "Türkiye dil, din, ırk ve etnik köken bakımından çeşitliliğe ve zenginliğe sahiptir. Başlangıç metni bu çeşitliliğin zenginlik olduğunu dikkate alarak, yurttaşlığın hak ve özgürlüklere dayalı ve insan onurunu öne çıkaran hukuksal bir bağ olduğunu vurgulamalıdır." CHP'nin "
Özerklik" meselesine yaklaşımı ise şöyle:
"Tek bir bölgeye özgü değil, tüm Türkiye için planlanacak bir yerel
yönetim reformu üzerinde çalışmak zorunludur." Ve ana dilin öğretilmesiyle ilgili madde: "
Anayasa, Türkçe'yi
resmi dil olarak korumalıdır. Öte yandan, devlet okullarında 'anadilin öğretilmesi' imkânı tanınmalıdır.
Türkiye'deki yerel dillerin "kültürel zenginliğin bir unsuru olarak" görüldüğü Anayasa'da belirtilmelidir." Yeni anayasaya giden süreçle ilgili CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu bir hayli umutlu. Ancak şu notu düşmeden edemiyor:
"Büyük travmalar yaşamış, kutuplaşmaların yoğun olduğu ülkelerde anayasa metinleri sorun çözücü olmaz. Sorunların çözümünü engellemeyen bir biçimde kaleme alınır. O zaman yasama organına takdir marjı bırakır. Yasama organı da toplumun ihtiyaçlarına ve oluşan mutabakatlara göre süreç içinde çözer." Bir anlamda Tanrıkulu'na göre yeni anayasa çözüm değil, çözüme giden yolu açmalı...
Tek şart olarak da şunu söylüyor: "Siyasi partilerde önyargı olmayacak.
Eğer herkes bulunduğu yeri iyi
tarif edip uzlaşmaya açık olursa
demokrasi bakımından önemli bir adım atılmış olur." Peki, "yeni ve sıfır bir anayasa mı?" diye soruyorum.
"CHP baştan beri yeni bir anayasa diyor. 12 Eylül'ün
darbe anayasasına karşı çıkıyor. Şimdi yeni anayasa nasıl olacak, içeriği ne olacak tam bilmiyoruz..." Tekrar soruyorum, "yeni ve sıfır bir anayasa mı?" Tanrıkulu biraz ikircikli bir
cevap veriyor:
"Biz daha bu metni MYK'da konuşmamışız bile... Konuşacağız ki ona göre karar verelim. AKP'nin metinlerine bak, dünden beri anayasa değişikliği diyor.
Konuşmalar yeni anayasadan çok anayasa değişikliği üzerine..."
Konuşmayı noktalarken aklımdan şunu geçiriyorum; "Yeni anayasa demeyen siyasetçi toplumun önüne çıkamaz..."