Bu gök kubbe altında söylenmedik söz, seslendirilmemiş düşünce yoktur.
Ama bazı toplumlar değişen rejimlere ve zamana göre, bu sözlerden ve düşüncelerden bazılarını gecikmeli duyarlar.
Örnek verirsek.
Hıristiyanlığı devlet dini olarak benimsemiş Doğu Roma'da (veya Bizans'ta) antik
Yunan düşünürlerinin yapıtlarının okunması, düşüncelerinin öğrenilmesi
yasaktı.
Justinyen kodifikasyonunun yapıldığı, Ayasofya'nın inşa edildiği 6'ncı yüzyılda, Bizans'ta Sokrat, Sofokles, Aristo gibi isimler "Pagan" düşünceleri seslendirdikleri gerekçesiyle yasaklı görüşleri temsil ediyorlardı.
Hıristiyan dünyası antik Yunanı bin yıl gecikme ile "Aydınlanma" çağında öğrenebildi.
Osmanlı'nın gecikmesi
Daha farklı zamanlara geçersek...
Katolik engizisyonunun Hıristiyan olmayanları diri diri yaktığı 15'inci yüzyıl İspanya'sından kaçan Yahudilere
Osmanlı İmparatorluğu kucak açarken, matbaayı bulan, Amerika'yı keşfeden
Avrupa uygarlığından daha ileri bir hoşgörülü insanlık anlayışını simgeliyordu.
Ama "İnsanlık"tan veya "Cemaatçilik"ten "Vatandaşlık"a geçişin gerçekleştiği 18'inci yüzyılda yer alan gelişmeleri Osmanlı ancak yüzyıl sonra fark etti. Islahat Fermanı ile Osmanlı'da Müslümanlarla diğer din sahiplerinin eşit olmaları gerektiği kabul edildi.
Bu açıdan biz Türkler gök kubbe altında söylenmiş sözlerden ve seslendirilmiş düşüncelerden çoğunu ilk kez yasaksız ama gecikmeli duyduğumuz günleri yaşıyoruz.
Cumhuriyet'in gecikmeleri
Çok somut bir örneği "
Kürt Realitesi"ne ilişkin gelişmelerden verebiliriz.
Önceki
akşam A Haber kanalında Canan Barlas'ın yönetip sunduğu "Konuşulmayanlar" programının konuşmacıları olan Nabi Yağcı, Ayşe Hür ve
Emre Aköz,
PKK terörünün "Çözüm"ü nasıl engellediğini yorumlarlarken "
Şiddet"in kimseye bir yarar sağlamadığı noktasına geldiler.
Bu sırada Emre Aköz çok
kilit bir soruyu seslendirdi.
- Gerçekten şiddet kimseye yarar sağlamaz mı, dedi.
Artık her şeyin konuşulabildiği günlerde yaşadığımıza göre, bu soruyu
yurt ve dünya gerçekleri açısından açmamız mümkündür.
Şimdi kendi kendimize soralım.
Kürt realitesi
Eğer PKK'nın eylemleri olmasaydı "Kürt Realitesi"ni şimdiki boyutları ile kabul eder miydik?
"Açılımlar" düşünülür müydü, TRT'de
Kürtçe yayın olur muydu, Kürtçe şarkılar, türküler özgürce söylenebilir miydi, Kürtlük üzerinde kurulmuş partiler kapatılmadan seçimlere katılabilirler miydi?
Yazının başında sözünü ettiğim sözleri ve düşünceleri "Gecikmeli" olarak duymanın bir sonucudur bu durum.
Yarına dönük yaşamak
PKK'nın kurulduğu 1979'dan önce tarihimizle yüzleşme yasak olmasaydı, Dersim'de olup bitenleri daha önce bilebilseydik,
Kürtler'i "Dağlı Türkler" olarak görmeseydik, dillerini konuşmaları yasak olmasaydı, PKK'nın varlık sebepleri de yok olmaz mıydı?
Bugün hâlâ "Demokratik bir
Anayasa"nın Kürt Sorunu'na çözüm üreteceğini düşünmüyor muyuz?
"Konuşulmayanlar" programındaki konuşmacıların, Kürtler adına
siyaset yapanların dikkate almaları gereken bir düşünceyi de seslendirdiklerini bu arada hatırlatayım.
- Neticede sadece tarihin olumsuzluklarına ve haksızlıklarına t
akılıp, bugünü ve yarını inşa etmek mümkün değildir.
Yani Kürtlerin de ellerinde artık "Demokratik Siyaset" denilen çözücü
araç varken hâlâ "Şiddet"ten ve "Uzlaşmasızlık"tan medet ummaları da aklın gereği değildir.