Bu yılki IMF/
Dünya Bankası toplantılarındaki atmosferi öncekilerle kıyas etmek en doğrusu: 2008 yılındaki krizin tam göbeğinde yapılan toplantılarda şok yaşanıyordu.
Bürokratlar ve politikacılar toplantıdan toplantıya koşuşturarak ekonomilerin depresyona girmesini engelleyecek kararları almaya çalışıyorlardı. 2009 yılındaki toplantılarda ortalık sakinleşmişti. Verilen radikal
destekler sayesinde çarklar yeniden dönmeye başlamıştı. Risk iştahı da artıyor ve piyasalar hızla kayıplarını geri alıyorlardı. 2010 yılında ise hava iyice olumluya dönmüştü. Gelişmiş
ülkeler
büyümeyi nasıl hızlandırabileceklerini gelişmekte olanlar zaten hızlı olan büyümelerini nasıl dizginleyeceklerini tartışıyorlardı.
Bu yılki toplantılarda 2008 yılındaki o şok, panik ortamı yoktu. Ama ciddi bir hayal kırıklığı ve umutsuzluk vardı. Çünkü yılın ikinci çeyreğinden itibaren gelişmiş ülkelerin 2010'daki hızını kaybettiği görüldü. Avrupalı (ve kısmen ABD'li) politikacıların buna çareler bulamadıkları gibi bir de ülke iflaslarına kadar giden yanlış kararlar almaları beklentileri bozdu. Gereksiz sert önlemlerle ekonomilerini dizginlemeye çalışan gelişmekte olan ülkelerin bunda başarılı olmaları da "bir kurtarıcı" bulma ümitlerini yıktı. Belki ortam
finansal
piyasaların toplantılar öncesindeki sert düşüşünün ima ettiği kadar olumsuz değildi. 2008'den farklı olarak yeni bir depresyon tehdidi görenlerin ve hatta bir resesyon beklentisi olanların sayısı azdı. Ama aynı zamanda toplantılara katılanlar bu sefer ortaya sorunları çözebilecek makul senaryolar koymakta zorlandılar. Bu da 2008'e göre önemli bir fark.
Herkes Avrupa'ya
tavsiye verme yarışında
Kuşkusuz toplantıların en önemli ve en çok tartışılan gündemi "Avrupa'nın nasıl kurtulacağı" idi. Otoriteler
Yunanistan'da başlayan iflas tehdidine gerekli ciddiyet ve radikallikte karşılık verilmeyince sorunlar diğer
küçüklere sıçrayıverdi. Oradan da devletleri finanse eden
bankalara olan güven sarsıldı. Olay kısır bir döngüye girmiş durumda çünkü devletlerin devreye girip bankaları kurtarmaları olasılığı artık
İspanya,
İtalya ve
Fransa gibi büyükleri tehdit ediyor.
AB otoriteleri olayın farkında. Çünkü ABD
Hazine bakanından
Brezilya Merkez Bankası başkanına ve IMF'ye kadar herkes onlara neler yapmaları konusunda
akıl verme yarışında. Haksız değiller çünkü herkes Avrupa'daki olay çözülmedikçe sorunun büyüyüp tüm ülkelere
fatura çıkartacağını açıkça görüyorlar.
Toplantılardaki ortak görüş bir an evvel Avrupa'nın bu devlet iflası-banka iflası sarmalından kurtulması gerektiği şeklinde. Aksi durumda Avrupa'nın sorunları büyüme sorunu yaşayan ABD'ye ve oradan da büyüme hızı yavaşlayan gelişmekte olan ülkelere sıçrayacak ve dünya ekonomisi yeniden resesyona girecek. Ama bu nasıl olacak? Önce bir şekilde sorunlu ülkelerin devletleri kurtarılarak mı bankalara duyulan güvensizliğin önüne geçilecek? Yoksa önce bankalara yeterli miktarda
sermaye konup sorunlu küçük ülkelerin piyasalarla ortak şeffaf bir şekilde borçlarının yeniden yapılandırılması ile mi olacak? ABD Hazine Bakanı Geithner, IMF Başkanı
Lagarde gibi isimler ikincisini öneriyor ve aradan girip bankalara gereğinden de yüksek bir şekilde (örneğin, sorunlu ülkelere olan risklerinin hepsi kadar) sermaye aktararak piyasalarda güven sağlamalarını istiyorlar. Diğer tarafta ise eski ABD Hazine Bakanı Lawrence Summers, ABD'nin Latin
Amerika krizini çözen guru olarak bilinen ünlü bankacı Bill Rhodes, Roubini ve Brezilya Finans Bakanı Mantega ve Dünya Bankası Başkanı Zoellick gibi isimler var ve önc
e devletlerin kurtarılmasını istiyorlar. Mantık basit: Bankalara bugün destek ancak devletlerden gelebilir çünkü özel
sektör umudunu kesmiş durumda. Ama hem politik olarak mecbur oldukları hem de zaten mevcut borçları çok yüksek olduğu için devletler verecekleri destekleri bir süre sonra geri almak durumundalar. Aynı ABD'nin 2009'da TARP adı verilen mekanizma üzerinden yaptığı gibi. Bu önceden görüleceği için yine
özel sektörü ikna edemeyecek ve o nedenle de bankalar değil devletler kurtarılmalı.
Almanlar ne yaptıklarını çok iyi biliyorlar
Toplantılarda açıkça farkına vardım ki, bugüne kadar AB'deki sorunların çözülememesinde en büyük pay sahibi olarak görülen Almanlar aslında ne yaptıklarını iyi biliyorlar. Yunanistan'ı taşıyabilecekleri konusunda kendilerinden eminler ve
Euro Bölgesi'nin parçalanmasına kesinlikle izin vermeyecekler. Yunanistan'ı (ve diğerlerini) taşımanın
maliyetinin Euro'nun parçalanmasından çok daha az olduğuna inanmış durumdalar. Yunanistan'ı dışarı çıkarırlarsa diğerlerinin de takip edeceğinden, kendileri çıkarsa da Yeni Alman Markı'nın bugünkü
İsviçre Frankı'ndan bir farkının kalmayacağından ve süratle güçlenip ihracata dayalı ekonomilerini durgunluğa sokacağından eminler. Aslında sorunlu üyeleri sayesinde Euro güçlenemiyor ve
Almanya'nın ihracatını destekliyor.
Ama aynı zamanda emin oldukları bir şey daha var. Finansal olarak tüm AB yükümlülüklerinin arkasına geçmeden önce Yunanistan'ı iyice süründürecek ve bugüne kadarki savurganlıklarından pişman edecekler. Bu, diğerlerine örnek olacak ve bir daha bu duruma düşmemek için ellerinden geleni yapacaklar. Yunanistan'ın hiçbir mekanizmayla kendi kaynaklarını seferber ederek mevcut borcunu ödemesi mümkün değil. Ama manevî olarak büyük bir maliyet ödeyebilirler. O yüzden Almanya hep ağırdan alıyor ve sorunlu ülkelere ölümü göstermek niyetinde. Bu durum elbette çözümü geciktirdiği için global piyasaları ve diğer ülkeleri rahatsız ediyor ama Almanların stratejisi bu ve vazgeçmeyecekler.
Yunanistan'ı yeterince süründürdükten sonra yapılacak olan ise şu: Öncelikle, mevcut
EFSF adlı destek fonunu 2 trilyon Euro finansman sağlayabilecek bir garanti gücüne çıkartacaklar. Elbette yükün önemli bir kısmı Almanya'ya binecek çünkü AAA notunu kaybetmek üzere olan Fransa artık eski gücünde değil. Sonra bu fon ve diğer ülke bazındaki kaynaklarla bugün yatırımcı nezdinde güven kaybetmiş olan bankalarına en az Yunanistan,
İrlanda ve
Portekiz riskleri kadar yeni sermaye koyacaklar. Ve en sonunda da bu ülkelerin borçlarını kısmen tıraşlayıp yeniden yapılandıracaklar.
Bunu yapmaya başlamalarına da çok kalmadı. Büyük olasılıkla kasım başındaki G-20 toplantısında bu yönde bir şeyler açıklanacak.