Oda TV iddianamesinin ekleri, başından beri soruşturmayla ilgili şüphe uyandırmak isteyenlerin önemli araçlarını elinden alacak bilgilerle dolu.
Dijital delillerin sağlamlığı davanın seyrini belirleyecek.
Sanıklar ve avukatları da bunun farkında ve 'söz konusu dokümanlar virüsle bilgisayarımıza yerleştirildi' diye
savunma yapıyor. Mustafa Balbay'ın ya da Yarbay Mustafa Dönmez'in ajandası ne ise Oda TV bilgisayarları da o.
Savcılar, dijital verilerin gerçekliğini ve adı geçenler tarafından üretildiğini ispat ettiği anda suç delillendirilmiş olacak. Oda TV'ciler boşa nefes tüketmiyor, Alper Görmüş'ün de dikkat çektiği gibi iddianamenin en güçlü yönüne yüklenmekte haklılar. Oda TV
sanıkları hızlı ve akıllıca bir adımla kamuoyunda bir
algı oluşturdu. Aldıkları bilirkişi inceleme raporuyla aklandıklarını ileri sürdüler. Halbuki ortada bilirkişi incelemesi yoktu, sadece kendisine verilen evraklar üzerinden fikir yürüten bir
öğretim üyesi vardı. Ve aslında o da kendisine sorulan 13 soruya birden "Elimde dijital imajlar olmadan
cevap veremem." demişti. Beyan edilen
dosya dizin listesi üzerinden yaptığı fikir yürütmeler ön plana çıkarılarak kamuoyu yönlendirildi. Suç unsuru taşıyan dosyaların bir dakika içinde oluşturulup silindiği iddiası sorgulanmadan doğru kabul edildi. Zahmet edip raporun tamamını okuyanlar, zannedilenin aksine sanıkların aklanmadığını gördü. Savcıların bilirkişi incelemesi yaptırmadığı da yine tevatür olarak zihinlere yerleşti. İddianamede hemen her delil zikredildiği yerde 'bilirkişi incelemesi' ibaresi geçiyordu. Ekler ortaya çıkınca atıf yapılan raporlara da ulaşmak mümkün oldu. Öncelikle 'bir dakika' tezlerinin çürüdüğünü görüyoruz. Kısaca "dosyaların silinme kaydının ancak
geri dönüşüm kutusuna atıldığında tespit edilebileceği, söz konusu dosyaların hiçbirinin geri dönüşüm kutusunda olmadığı yani silinme tarihlerinin belirlenemeyeceği, beyan edilen evraktaki tarihin silinme değil son erişim tarihi olduğu" bilirkişi incelemesiyle ortaya konuluyor. Sonuç cümlesi çarpıcı: "Dosyaların aynı dakika içinde yaratılıp silinme iddiası tamamen yanlıştır."
Bu arada Taraf'ta Alper Görmüş, ilgi
çekici bir iddia ortaya attı. Görmüş, tartışmalara konu 'İmamın Ordusu' kitabının
Sabri Uzun imzasıyla değil adıyla yayınlanacağını söylüyor. Sanık avukatları da bu tespiti doğrulamış, savunmalarında kullanacaklarmış. Savcıların ifadelerinin sorunlu olageldiği biliniyor. Ama bu anlamı çıkartmanın aşırı zorlama olduğu kanaatindeyim. İddianamede çok yerde geçiyor ama ben üç alıntıyla yetineyim. Bu alıntılar yazar ismi olarak Sabri Uzun üzerinde çalışıldığını gösteriyor bence. "Sabri Uzun isimli örgütsel dokümana bakıldığında Hüseyin Soner Yalçın'ın, Sabri Uzun adına kitap çıkarılması için ikna edilmeye çalışılması, Nedim Şener'in bu konuda Ahmet Şık'la görüşmesi şeklinde talimatlarının olduğu görülmüştür. Bilirkişilerce yapılan incelemelerde belgenin 'soner' isimli kullanıcı tarafından oluşturulduğu ve aynı tarihte 'soner' isimli kullanıcı tarafından son olarak kaydedildiği tespit edilmiştir." Bilirkişi incelemesine atıf ve belgenin kim tarafından üretildiğini göstermesi açısından da önemli bir alıntı. Diğer cümle ise şöyle geçiyor: "(Şener'in) ..belirtilen strateji kapsamında eski
emniyet müdürleri Hanefi
Avcı ve Sabri Uzun ile irtibata geçtiği,
Hanefi Avcı adıyla yayınlanan "Haliç'te Yaşayan Simonlar" isimli kitabın yazım aşamasında görev aldığı, yine Sabri Uzun adıyla "Haliç'te Yaşayan Simonlar" benzeri yeni bir kitap çalışması yaptığı anlaşılmıştır." Hanefi Avcı kitabın adı olmadığı gibi Sabri Uzun da olmayacaktı.
Şu alıntı daha aydınlatıcı olabilir mi? "ODATV'den ele geçirilen örgütsel dokümanda, "NOTLAR" bölümünün ilk kısmında "Sabri Uzun Hoşdere Caddesi Reşat Nuri Sokak No:85/3
Çankaya/
Ankara" yazdığı, Ahmet Şık'tan ele geçirilen taslaklarda ise Sabri Uzun'la ilgili bu notların bulunmadığı". Kitabı yazmak Ahmet Şık'ın, Sabri Uzun'u ikna etmek Nedim Şener'in göreviydi, diyor savcı.