Tribünde "kadın" olmaz... "
Erkek" olmayacağı gibi...
Sınıf, ırk ve
cinsiyet ayrımlarının hükmettiği yıllar...
İngiltere'de
fabrikaların öğle paydoslarında doğdu bugünün
futbolu...
Erkeklerin oyunuydu... Beyaz erkeklerin...
Ancak "bir topun peşindeki bilmem kaç adam"ın basit eğlencesi, ne fabrika bahçelerine sığabildi ne erkeklerin dünyasına... İşçi
sınıfının yoğun yaşadığı semtlerde olgunlaşıp dünyayı saran bu çılgınlık, endüstriyel-global 21. yüzyıl dünyasında artık istisnasız herkesi kucaklayan, yaşayan bir organizma haline geldi.
Bugün herkesin futbolu sevebildiği bir dünyada yaşıyoruz...
Her yaştan, cinsiyetten,
ekonomik sınıftan, eğitim düzeyinden, sosyal konumdan, bambaşka kıtalardan bu kadar çok insan tek bir şeye benzer tutkuyu ve sevgiyi besleyebiliyor... Takım veya insanların
renkleri değişse de futbola olan ilgi aynı kalıyor.
Hayatta başka bir şey var mı bu kadar
özgürlük tanıyan?
Burada maç biletlerinin fiyatlarından, maraton tribün ile açık tribün arasında ki sosyo-ekonomik farklardan,
takımınızın
Avrupa kupalarındaki
final maçını seyretmenin pek de
ucuz olmayan bedelinden bahsetmiyorum. Zaman-para-olanak üçgeni
Şampiyonlar Ligi finalini yerinde seyretmenize engel olabilir ama bu, sizin futbola duyduğunuz ilgiyi ve sevgiyi azaltmaz. Aynı şekilde Dünya Kupası'nı yerinde seyretme imkânı bulan birini sizden daha iyi bir futbolsever yapmaz. Burada önemli olan, futbolu tamamen kendi istediğiniz ve ekonomik gücünüzün elverdiği kadar sevebilme özgürlüğüdür.
Her cebe uygun futbol keyfi mevcuttur ve stoklarla da sınırlı değildir.
Tribün ise başka bir gezegendir ve dünya denen gezegenin kuralları ile yaşanmaz orada...
Bir
futbol maçının tribünlerine baktığınızda ne gelir farkı görürsünüz, ne ırk, ne eğitim, ne yaş ne de cinsiyet... İlla farklılıkları arıyorsanız, kendinize bir dürbün almalı ve iyice yaklaşmalısınız. İşte o zaman anlarsınız, açık tribün ile kapalının ve locanın farkını... Kaçan gole üzülen on binlerce insan arasında gözleri sürmeli, tırnakları ojeli kadınları seçebilmekse niyetiniz, daha da fazla yaklaşmanız gerekecektir... Uzaktan seçilmez futbolseverin cinsiyeti...
20
Eylül Salı günü ise tüm bu gerçekliğin ötesinde, normalin çok dışında bir olay yaşandı. 55 bin kişilik
Fenerbahçe Şükrü Saracoğlu tribünlerinde yalnızca kadınlar ve çocuklar vardı... Muhteşem bir renk, unutulmaz bir ses, tarifsiz bir heyecan ve tarihe tanıklıktı hepimiz için...
Ama 20 Eylül akşamı üzerinden yürüyen konuşmaların ses tonu gittikçe tehlikeli boyutlara doğru sürüklenmeye başladı! Tartışılmaya başlanan olgu "tribündeki kadın" oldu. O akşamki tribünlerin ne rengi kaldı, ne sesi ne de ilkliği... Sanki ilk defa futbol izliyordu kadın denen cinsiyet...
Pardon da, tribünde "kadın" olmaz... "Erkek" olmayacağı gibi... Aynı şekilde, "beyaz", "zengin", eğitimli", "
işçi" de olmayacağı gibi...
Tribün tek bir insandan oluşur: Spikerin müsabakayı anlatmaya başlarken seslendiği gibi, 'sporsever'dir onların adı...
Hayatın hiçbir yerinde eşit olamayacağı kadar birbirine eşitlenmiş on binlerce vücuttan oluşan tek bir insandır o...
Tek bir amaç, tek bir ses, tek bir heyecanın etrafında bütünleşirler... Kimin ne kadar para verip stadın neresinde oturduğu da bu eşitliği bozmaya yetmez. Ayrılamaz, ayrımlanamazlar...
Herkes istediği kadar konuşsun, tartışsın, yazsın, çizsin... Dün olduğu gibi bugün de futbol maçı için tribünlerde her çeşit insan bir araya gelip 1'leşecek... Kimse yanındakine dönüp "kadınsın" demeyecek ya da "erkeksin"... Kimseyi ilgilendirmeyecek kimsenin cinsiyeti...
Şu bir gerçektir ki; Abramoviç gibi futbol takımı satın alsanız da futbolu satın alamazsınız. Sen körsün, sen kadınsın, sen siyahsın, sen fakirsin veya zenginsin; futboldan ne anlarsın...(!)
Futbolda her özgürlüğe sahipsiniz, bir tanesi dışında; futbolu hiçbir zümreye mal edemezsiniz.
Siz futbolun heyecanını statlarda, sizin gibi on binlerin arasında yaşamak isterseniz, ekonomik koşullarınız, yaşınız, cinsiyetiniz ne olursa olsun, tribünler sizi her zaman ve her maçta kucaklayacaktır... Koşulsuz, şartsız, çekilişsiz, kurasız...