"Demir Lady" denilince akla gelen tek bayan bir zamanların
İngiltere Başbakanı
Margaret Thatcher'dı. Bu günlerde dünyanın en güçlü kadınlarını sayarken birinci sıraya Almanya'nın Merkel'ini, ikinci sıraya ABD'nin
Hillary Clinton'ını ve üçüncü sıraya da
Brezilya Başkanı Dilma Rousseff'i koyuyorlar.
Bu tarz
sıralama şüphesiz
ülkelerin gücüne göre yapıldığı için devletlerin gücünü gösteriyor, bayanların değil. Eğer ferdî özellikler dikkate alınarak değerlendirme yapılsaydı, sıralama tam tersine
döner, Brezilya Başkanı birinci sıraya yerleşirdi. Hatta İngiltere'nin Demir Lady'si ile mukayese edilse, zannediyorum Margaret Thatcher, Dilma Rousseff'in yanında
tatlı su balığı gibi kalırdı. Neden mi?
Çünkü Başkan Dilma, sistemi oturmuş bir devletin siyasî elitleri arasından sıyrılarak oturmadı koltuğa.
Askerî rejimlerin karşısına dikilerek, hapislerden ve işkencelerden geçerek geldi
başkanlık makamına. Başkan seçilişinin ardından gelenek tersine dönmüş, Dilma'nın ABD'yi ziyaretini beklemeden Başkan Obama Brezilya'yı ziyaret ederek Rousseff'i
tebrik etmişti. Geçen hafta ABD'de gerçekleştirilen toplantının gözdesi de yine Brezilya Başkanı idi. Obama neredeyse yanından hiç ayırmadı Başkan Dilma'yı. Gençliğinden beri sosyal
adalet mücadelesi vermiş birisi olarak Başkan, şimdi en üst düzey çözüm merciinde bulunuyor. Altı aydan beri yaptığım gözlemler, özellikle fakir kesimin kalbinin kazanıldığını gösteriyor. Zengin tabakada ise bir hoşnutsuzluk var.
Eleştiri olarak fakir iktidarlarının devamını sağlayabilmek için fakir kesimi siyaseten koruma tezi her ne kadar ileniyor olsa da tutarlı bulunamaz. Sahip oldukları fikri gelenek dikkate alınırsa "zenginin parasıyla fakiri doyurup iktidarda kalmak" şeklinde kabaca söylenebilecek
eleştirilerin değil, kendi fikirleri doğrultusunda, şimdilik tam neticelenmemiş olsa bile, zengin-fakir uçurumunu kapatarak gelir dağılımında adaleti sağlama derdinde olduklarını söylemek daha tutarlı olabilir. Başkan, iktidarına yönelik "yolsuzluk" isnatlarında son derece net ve kararlı davranıyor. Birkaç ay gibi kısa bir sürede kabinesindeki beş bakanı açığa almakta tereddüt etmedi. Muhalefet ise tıpkı
Türkiye'deki gibi. İktidardan şikâyet ediyor ama neden şikâyetçi olduğunu bir türlü net bir şekilde ortaya koyamıyor. Muhalefet milletvekillerinden bazılarının şikâyetleri üzerine sordum. "Benim yerimde olsaydınız ve Başkan Dilma ile
röportaj yapma imkânı bulsaydınız, ne sorardınız?" Ortaya çıkan
manzara, kısa bir duraksamanın ardından, "Sorun bakalım, olimpiyatlar için ne yapmışlar?" demekten öteye geçemedi.
Olimpiyatlara daha iki seneden fazla var ve bu süre içinde yapılması gerekenlerin yetiştirilemeyeceğini söylemek kolay değil. Bu tür yaklaşımlar akla Mimar
Sinan'ın
Süleymaniye Camii'ni yaparken uğradığı eleştirilere benziyor. Malum
Mimar Sinan, caminin temellerini attıktan sonra uzun süre bir şey yapmaz. Bu zaman zarfında "Yapamıyor. Yapamayacak. İnşaatı süründürüyor." gibi eleştirilerin bini bir para olmuş. Neticede Sinan cami inşaatını bitirmiş ve eleştirilere şöyle
cevap vermiş:
"Evet, temelleri attım ve uzunca bir süre bekledim. Çünkü temeller iyice oturaklaşmadan üzerine cami inşa etseydim, cami uzun ömürlü olmaz, zamanla çatlaklar oluşmaya başlardı." Dilma iktidarını da, tıpkı Sinan meselesinde olduğu gibi Brezilya halkının spora düşkünlüğü üzerinden, olimpiyatlarla yıpratmaya çalışanlar, sonucun kendilerini üzebileceğini daha şimdiden
hesap etseler iyi olur galiba. Sonuç Süleymaniye gibi olabilir.
Brezilya'nın mücadeleci başkanı ekim ayı başında Türkiye'ye gelecek. Yapacağı görüşmeler arasında
TUSKON tarafından düzenlenecek iş forumuna katılmak da var. Brezilya ile ilişkileri geliştirmeye önem veren, Büyükelçilik ve São Paulo Başkonsolosluğu'na ilaveten Rio'da da başkonsolosluk açmayı düşünen
AK Parti iktidarı için Dilma'nın Türkiye ziyareti birçok konuda ilerleme sağlama fırsatı verecek. Zannediyorum bu ziyaret, yıldızı parlayan iki ülkenin yakınlaşması bağlamında birçok ülke tarafından dikkatle takip edilecek.