Türkiye'de
Kürtlük bilincini koruyanların ortak paydasının,
Kürtlerin varlığının inkarına ve Kürt dil kültürünün bastırılmasına karşı tavır alış olduğu; bu tavrın da, Türkiye'deki Kürt milliyetçi hareketinin temelini oluşturduğu söylenebilir. Bugünlerde
PKK ya da "derin PKK" tarafından tırmandırılan şiddet ortamında gözden kaçmaması gereken gerçek, Türkiye'deki Kürt milliyetçi hareketi içinde giderek belirgin hal alan ayrışma.
Kürt milliyetçi hareketi içinde ayrılıkçı olanlar giderek marjinalleşen,
ihmal edilebilir bir kesim. Hareketin temel taleplerinin ne olduğu ise büyük ölçüde netlik kazanmış durumda: 1) Yeni anayasada yurttaşlığın tanımında herhangi bir etnik kimliğe gönderme yapılmaması. 2)
Türkçe resmi dil olmakla birlikte, dileyen Kürt ailelerine çocuklarının anadilde eğitim görmesi hak ve imkanının tanınması. 3) Bir bütün olarak Türkiye'de idarenin ademi merkeziyetçi bir şekilde yeniden örgütlenmesi, bu bağlamda Kürt çoğunluklu
bölgede yerinden
yönetimin güçlendirilmesi.
Bu taleplerde birleşen Kürt milliyetçi hareketi içinde son yıllarda giderek belirginleşen ayrım PKK'ya bakışta odaklanmakta. Kürt aydınların ezici çoğunluğunun, benimsedikleri özgürlükçü, demokratik, barışçı değerler gereği PKK'yı ısrarla
silah bırakmaya çağırdıkları biliniyor. PKK'nın otokratik ve şiddete dayalı çizgisini tasvip etmeyen Kürtler
KADEP ve Hak-Par gibi partilerde toplanıyor. Türkiye'nin Kürt yurttaşlarının büyük bölümü, bu partilere değil ama Kürt kimliğinin inkarına son veren ve tanınması yolunda (Türk milliyetçilerinden gelen bütün direnişe rağmen) adımlar atan,
iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi'ne oy verdiği biliniyor.
Barış ve Demokrasi Partisi'nin sadece PKK'ya hayırhah
bakan Kürtlerin oylarını aldığını söylemek mümkün değil, çünkü geçen Haziran seçimlerinde Kürt olmayanlardan da hatırı sayılır miktar oy aldığı gözlendi. Kaldı ki, BDP listesinden seçilen milletvekilleri bir yana, BDP seçmenlerinin ve hatta kadrolarının da tümüyle PKK'ya endeksli bir bakış açısına sahip oldukları ileri sürülemez.
Öte yandan PKK ve onun şiddetine karşı tavır alan Kürtler Türkiye ile sınırlı değil. Bunun en belirgin örneği
Irak'taki
Kürdistan Özerk Bölgesi liderleri. Gerek Irak Cumhurbaşkanı Celal
Talabani, gerekse Kürdistan Bölge Başkanı Mesut Barzani'nin PKK'ya yaptıkları sık tekrarlanan
silah bırakma çağrılarına, şimdi de Türkiye'nin PKK'ya karşı yapabileceği bir kara harekatına belirli ölçüde yeşil ışık yaktıkları haberleri eklendi. MİT ile PKK arasında yapılan ve silahların susması için iki taraf arasında bir anlaşmaya ulaşıldığı ortaya çıktıktan sonra ise Türkiye Kürtleri arasında PKK'ya sempati ile bakanların sayısının ciddi bir şekilde azalmış olması da beklenebilir.
Kürt milliyetçi taleplerini destekleyen, öteden beri PKK'nın bu taleplerin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engel olduğunu düşünen Türkiye Kürtlerinin PKK'ya karşı tavrının ise giderek sertleştiği görülüyor. Bu gruptaki Kürt aydınlarından biriyle geçen gün konuşuyordum. Söylediklerini şöyle özetleyebilirim: PKK'nın bir kesiminin silahların susmasından yana olduğu, PKK'da dahi barış-savaş yanlıları ayrımının olduğuna dair analizler yanıltıcı. PKK'nın dizginleri, başka herhangi bir yerde değil, Türkiye derin devletinin elindedir. AKP hükümeti, PKK'yı etkisiz hale getirmediği takdirde iktidar olamaz. Aynı şey Kürdistan Bölge yönetimi açısından da geçerli. PKK etkisiz hale getirilmediği sürece yönetim bölgeye hakim olamaz...
Türkiye'nin Kürt sorununu demokratik ilkeler temelinde çözmesinde en büyük amilin, bizzat Kürtlerin PKK'ya "artık silahı bırak" diyen sesinin giderek yükselmesi olacağı muhakkak. Liberal demokratik değerlere bağlı dış dünyanın PKK'ya nasıl baktığı konusunda iyi fikir veren yeni bir çalışma ise, Uluslararası Kriz Grubu'nun iki gün önce yayımlanan "PKK isyanı nasıl son bulur" başlıklı raporu. Bu raporu başka bir yazıda ele alacağım.