Alman Cumhurbaşkanı diyor ki: “
Türkiye demokrasiyle
İslam’ın, hukuk devletiyle İslam’ın, çoğulculukla İslam’ın birbirine zıt düşmediğini gösteren bir
ülke... Önemi de buradan kaynaklanıyor.”
BERLİN
Schloss Bellevue,
Cumhurbaşkanlığı Sarayı... Türk ve Alman cumhurbaşkanları Abdullah Gül’le Christian Wulff’un ortak basın toplantısını izliyorum.
İkisi de güleryüzlü.
Mesajlarını her ikisi de seslerini yükseltmeden gayet sakin veriyorlar.
Alman Cumhurbaşkanı, Türkiye’nin Arap âleminde örnek ülke,
Avrupa’yla
Asya arasındaki
köprü ülke rolüne değiniyor.
Söyledikleri şöyle özetlenebilir:
“Türkiye demokrasiyle İslam’ın, hukuk devletiyle İslam’ın, çoğulculukla İslam’ın birbirine zıt düşmediğini gösteren bir ülke... Önemi de buradan kaynaklanıyor. Ve gelişmekte olan son derece dinamik ekonomisiyle Türkiye, Avrupa’nın Arap dünyasında
işbirliği yapabileceği, tek bir ağızdan konuşabileceği çok önemli bir ülkedir.”
Bu konu, yani Türkiye örneği ve Türkiye’nin önemi son derece güncel.
Tayyip Erdoğan’ın
Mısır-
Tunus-Libya’yı kapsayan Arap baharı gezisiyle birlikte başınızı nereye çevirseniz Türkiye yorumları göze çarpıyor.
Ve genellikle olumlu yorumlar...
Frankfurter Allgemeine Sonntagszeitung’un bir
köşe yazarı pazar günü yazısına şu başlığı koymuş:
“Osmanlılar geliyor!”
İkinci başlık şöyle:
“Arapların yeni
halk kahramanı bir Türk...”
New York Times’ın köşe yazarı Roger Cohen, Tayyip Erdoğan’ın demokrasiyi ve demokrasinin özünü oluşturan uzlaşma fikrini benimseyebileceğini göstermiş olmasının önemine değindiği yazısında, Türkiye örneğinin İslam âleminde artık ‘Humeyni modeli’nin
rehber alınmasını geçersiz kıldığına işaret ediyor.
Roger Cohen, Avrupa Birliği’nin Türkiye’yi içine alması gerektiğini savunduğu New York Times’taki makalesini şöyle bağlıyor:
“Türkiye 21. yüzyılın mücadelelerinde
kilit bir ülke. Avrupa, Türkiye konusunda ayak sürümeyi bırakıp 2015’te Türkiye’nin AB üyesi olması için
katılım müzakerelerini tamamlamalı.
AB böylece Erdoğan’ın siyasal ve
ekonomik başarısından yararlanır ve İslam’ın demokrasiyle bağdaşmazlığına ilişkin asılsız iddiayı çürütmek için de, bu konuda çok şey yapmış olan ve ekonomik olarak hızla büyüyen Türkiye’yi Avrupa’ya bağlar.”
Mesaj açık:
Türkiye’siz bir Avrupa kaybeder!
Nitekim Cumhurbaşkanı Gül de
Berlin’deki resmi ziyaretine böyle bir
mesajla başladı.
Ama Gül bu mesajını başa kakarak değil, gayet usturuplu bir dille vermeyi
tercih ediyor.
Dünkü basın toplantısında da öyleydi. AB üyeliğinin Türkiye açısından stratejik bir
hedef olduğunu, bundan vazgeçilmeyeceğini söyledi.
Türkiye için imtiyazlı
ortaklık modelinden söz eden Merkel Almanya’sına ahde
vefa ilkesini haklı olarak hatırlattı, attığı imzaya sadık kalmanın önemini belirtti.
Ve demek istedi ki:
“Yolun sonu nereye varır şimdi bunu bırakın. Önce müzakerelere fırsat verin, taş koymayın ki, bakalım herkes görsün bu işi Türkiye kıvırabiliyor mu, kıvıramıyor mu? Kıvıramazsak mesele yok, iş biter. Kıvırabilmişse, sonunda nasıl olsa bazı Avrupa ülkelerinde referandumlar olacak, Türkiye üye olsun mu, olmasın mı diye?.. Kısacası daha zaman var. Önce şu müzakerelere köstek olmayın.”
Mesajının özeti buydu.
Ve şunu da ekledi Gül:
“Kim bilir, işin sonunda belki Türkiye ses verebilir, ben bu Avrupa Birliği’nde yokum diye...”
Kendinden emin bir mesajdı bu.
Türkiye’nin geleceğine dönük bir ‘özgüven’i yansıtıyordu.
Buna ben de katılıyorum.
Türkiye, AB yolunun gerektirdiği reformculuğu devam ettirmeli. Ama istasyona varıldığında inmeyebiliriz. Fakat bu arada demokrasi ve hukukla ilgili ‘ev ödevleri’mizi
ihmal etmekten kaçınmalıyız.
Frankfurter Allgemeine Zeitung’un Gül’ün ziyareti başlığını taşıyan dünkü başyazısında (sayfa 10), hapisteki 60’ın üzerinde gazeteciyle, Kürtlerin ve Alevilerin mevcut şikâyetleriyle, Türkiye’nin modelliğine gölge düştüğüne işaret ediliyordu.
Epey mesafe kat ettiğimiz bir gerçek.
Ama daha yapılacak çok iş var!
İki gün daha Almanya’dayız Cumhurbaşkanı Gül’le...