16
Eylül 2011 günü Türk diplomasi tarihinin özel bir sayfasına yazılmayı hak ediyor.
Türkiye Başbakanı bir başka ülkede, 3 ayrı şehirde art arda 4 miting yaptı, üç
uçak yolculuğunda bin kilometreye yakın yol kat etti.
Libya’da sadece meydanları değil, sokakları da coşturdu.
Başbakan Erdoğan’la Libya seyahati dönüşü uçakta konuşuyoruz.
“Böyle bir gün yaşadınız mı?” diye soruyoruz.
“Yurt içinde olmuştur ama dışarıda hiç olmadı...” diyor.
Başbakan, bazı yerlerde ses düzeninin yeterince iyi olmamasından rahatsız ama keyfi gizlenemiyor:
“Trablus’u, Tacura’yı gördünüz. Misrata’yı, Bingazi’yi de. Türkiye’ye, bize karşı büyük ilgi var. Bu da omuzlarımıza büyük sorumluluk yüklüyor. Biz Türkiye’de iktidarıyla, muhalefetiyle konumumuzu, gücümüzü tam kavrayabilsek, inanın dünyada çok daha farklı bir yerde oluruz.”
Türkiye’nin Libya politikası bir dönem tartışılmıştı. Erdoğan bu sürece ilişkin de önemli şeyler söyledi. Özellikle,
iç savaş sonrası manzarası ürkütücü olan Misrata’yı gördükten sonra bu bilgiler daha da anlam kazanıyor.
Başbakan şöyle dedi:
“Misrata’daki yıkımı gördünüz. Orduları Misrata’ya saldırırken
Kaddafi de, oğlu Seyfülislam da bana telefonda yalan söylediler. “Misrata’ya
bombardıman, saldırı, bunlar El Cezire’nin haberleri, hepsi yalan” dediler. O yanmış tanklar, zırhlı araçlar kimin? O yakılmış, yıkılmış evler, binalar kimin eseri?”
Türkiye
bölgede
lojistik güç
Savaş sonrası Libya’nın yardıma ve desteğe ihtiyacı olduğu çıplak gözle görülüyor. Büyük bir devrimin ardından yaraların sarılması gerekiyor. Erdoğan’ın ziyareti tam da ihtiyaca dokunuyor. Başbakan, mitinglerinde Libya’da bulunma sebebinin petrol değil tam tersine “kardeşlik” amacı taşıdığını ayrıntılı bir şekilde anlattı:
“Misrata’dan 450 yaralıyı gemilerimizle Türkiye’ye getirip
tedavi ettirdik. Kaddafi’ye yaralıları alacak gemiye 12 adet F-16’nın eşlik edeceğini, bir şey yapmaya kalkarsa savaş uçaklarının anında müdahalede bulunacağını söyledim.
Gemi F-16’larla gidip döndü. Türkiye’nin bölge halklarına el uzatacak potansiyeli, gücü var. Her şey para değil. Mesela 200 yataklı
hastaneyi Türkiye’de diyelim ki 30’a kuruyorsan, Somali’de 15-20’ye çıkarırsın. 200 yataklı bir hastane Türkiye’de çok şey ifade etmeyebilir ama Mogadişu’yu ayağa kaldırır.”
Ziyaretin ardından Türkiye Libya’da birçok önemli altyapı adımını atmaya da hazırlanıyor: Erdoğan bunları da açıkladı:
“Önümüzdeki hafta Sirte’ye 6 uçakla
yiyecek ve su göndereceğiz. Paraşütle atılacak. Zaten
Ulusal Geçici Konsey güçleri Sirte’yi almak üzereler. Ondan sonra Kaddafi’nin elinde önemli yer olarak sadece Sabba kalacak. Libya’nın yıkılan okullarını, karakollarını,
adliye binalarını biz yapacağız. Bu bölgedeki müteahhitleri hızla devreye sokacağız. Ayrıca parlamento binasını biz inşa edeceğiz. Şimdiki parlamento binası, sinemadan dönme ve kirayla oturuyorlar.”
Önce Libya bir ayağa kalksın...
Türkiye’nin yaklaşımı önce bölgenin stabil hale gelmesi, ardından
demokrasi yolunda adımlar atmaya başlaması şeklinde özetlenebilir. Erdoğan, hem Libya’da hem de Arap Baharı’nın
rüzgar estirdiği bütün ülkelerde
seçim sisteminin oturmasını önemsiyor. Demokrasi, o ülkelerin de Türkiye’nin de bölgedeki çıkarını temsil ediyor.
Erdoğan bu noktada bir gelecek vizyonu anlatıyor:
“Libya ayağa kalksın, Afrika’da birlikte çok iş yaparız. Bakın, Batı bankalarında Libya’nın 160-170 milyar doları var. Bir türlü serbest bırakmıyorlar. Bu parayı dünya
finans sistemi içinde çevirip duruyorlar. Ne yapıyor? Neredeyse 1 trilyon dolarlık bir hareketlilik oluyor. Tabii Batı finans sistemi bundan büyük nemalar sağlıyor. Peki, nemasından hiç Libya’ya veriyor mu? Bu soruyu sorduğumda herkes susuyor.”
Suriye kararı BM sonrası
Mısır,
Tunus ve Libya ziyaretlerinin en önemli konularından birisi de Suriye’ydi. Sokaktaki insanlar Erdoğan’dan Suriye için bir şeyler yapmasını istiyorlar. Hemen her mitinginde Suriye pankartları açıldı. Erdoğan da Suriye rejimine mesajlar göndermeye devam etti.
Peki, düzenli olarak Suriye’yi uyaran Türkiye bu konuda nihai olarak ne yapmayı düşünüyor?
Erdoğan’ın sözleri şöyle:
“Suriye hızla yalnızlığa doğru gidiyor. Önümüzdeki hafta
BM Genel Kurulu toplantısından sonra nihai kararımızı açıklarız. BM toplantısı çerçevesinde Obama, Ahmedinejad ve bölge ülkelerinin liderleriyle yapacağım görüşmelerden sonra Suriye’ye son tavrımızı ortaya koyacağız.”
Filistin’e ABD vetosu şık değil
Önümüzdeki hafta Filistin için tarihi önem taşıyor. Devlet olarak tanınma kararı BM’de oylanacak. Başbakan Erdoğan Türkiye’nin tanınmayı açıktan
destekleyen tavrını anlattıktan sonra şunları söyledi:
“Filistin’in BM tarafından bir devlet olarak tanınması girişimine ABD’nin vetosu şık değil. Filistinliler önce BM
Güvenlik Konseyi’nde deneyecekler. Oradaki havayı görecekler. Güvenlik Konseyi’nin öyle hemen karar alması sözkonusu değil. Belki bir hafta sürecek, belki bir ay, belki iki-üç ay.
Güvenlik Konseyi’nden olumlu karar çıkmazsa geriye BM Genel Kurulu kalıyor. Orada yeterli destek sağladılar. Filistin’in en azından
Vatikan gibi BM’de temsil edilmeyen devlet statüsü alması sözkonusudur.”