Başbakan Tayyip Erdoğan’ın ‘
Arap Baharı’ değişimine uğramış üç ülkeye yaptığı yankıları hâlâ süren
gezi başarılı geçti. Gezi boyunca söylediklerini ve verdiği
mesajları büyük başkentler de not etmiştir. Tayyip Erdoğan’ın zaten varolan ‘uluslararası figür’ imajını pekiştirmeye de yaradı bu gezi...
Geziye damgasını ‘lâiklik’ mesajı vurdu hiç kuşkusuz. Çeviri yüzünden doğan yanlış algılama ziyaret edilen ülkelerde
tartışmaya da yol açtı ve arzulanan türden bir fikir ortamını kendiliğinden doğurdu.
Mısır,
Tunus ve
Libya halkları, böylesine açık bir tartışma ortamı sayesinde, ülkeleri için en doğru
sistem neyse onu oluşturacaklardır.
Konuşmalarda esas ağırlık ‘
demokrasi’ kavramına verilebilir,
insan hakları boyutu daha yoğun bir biçimde işlenebilirdi.
Nedenini hemen söyleyeyim:
‘Arap Baharı’ sürecinin ilk aşamasında
yönetim değişikliğine uğrayan üç ülkede şu sıralarda en fazla özgürlükler konusunda yanlışlıklar yaşanıyor. Mısır’da askeri yönetim ipleri elinde tutuyor ve
hesap verme güdüsünden uzak bir anlayış ülkeye hakim; Mübarek döneminde bile rejimin cesaret edemediği türden keyfi uygulamalar yapılabiliyor. Libya’dan yükselen çığlıklar hiç durmadı; bir iç-savaş hesaplaşması gölgesinde oluşuyor yeni yönetim... “Kral öldü, yaşasın yeni
kral” havasının etkisini hissettirdiği Tunus’ta ise, eskisinden fazla farklı olmayan bir yönetimin taşları sessiz sedasız döşeniyor...
Her üç ülkedeki kitlelerin Tayyip Erdoğan’a duydukları hayranlık, başarısını insan unsurunu
ihmal etmeyen katılımcı bir ortamda gerçekleştirmesi sebebiyle; bir ‘
model’ olarak Türkiye’nin değeri, sadece Batı’ya ait sanılan ‘halkın seçtiği ve halka hesap veren’ yönetim tarzını,
Müslüman bir toplumda dini kodları
yerli yerinde bir kadro eliyle hayata geçirebilmesinden kaynaklanıyor.
Ülkeleri hüküm verecek kadar yakından izlediğim için şunu söyleyebilecek durumdayım: Mısır, Tunus ve Libya’da ‘din-devlet ilişkisi’ bizdeki gibi birinci derecede sorunlu bir alan değildir; her üç ülkedeki sorunların temelinde ‘devlet-birey’ çelişkisi ve bunun yönetimlere yansımaları yatıyor.
Yönetime yansıyan çelişkinin belirgin yüzü keyfiliktir. Mısır’da, Tunus’ta liderleri ülkeden kovan iradeden hemen önce yapılan seçimlerde bile Mübarek ve
Bin Ali halkın büyük çoğunluğunun oylarını almışlardı. Libya’da Kaddafi’nin liderliğini sorgulayan ciddi bir muhalefet hiç görülmedi. Sandığı nasıl ayarlıyor ve muhalefeti hangi yöntemlerle geçersiz kılıyor idiyse o rejimler, devleti de aynı oyun ve yöntemlerle keyfi bir biçimde yönetiyorlardı.
Peki yeni yönetimler ne yapacak?
Korkulan, isimler ve simaların değiştiği, ancak eskiden devralınan yönetim tarzının sürdürüldüğü birer rejimin işbaşına gelmesidir. Sivil-görünümlü, arkasında silâhlı güçlerin bulunduğu, halkın sureta
sandık başına giderek yine eskisine benzer iktidarlar çıkardığı birer rejim...
Demokrasinin şekil olarak varolduğu türden rejimler çıkarırsa ‘Arap Baharı’, üç ülkede yaşanacak hayal kırıklığı, coğrafyanın diğer ülkelerinde vaktini beklemekte olan değişim ve dönüşüm sürecini başlamadan berhava edebilir.
Mesaj vermek için ülkelere gitmesine gerek yok; Tayyip Erdoğan’ın buradan vereceği mesajlar her yerden duyulacaktır.