Başbakanın Ortadoğu'ya koyduğu "
Osmanlı tavrı", fakat bu kez "
Müslüman ama demokrat ve laik bir Osmanlı" tavrı, Osmanlı'dan nefret eden Kemalistler'i hem ürkütüyor hem çıldırtıyor.
Onlar Araplar'ı da sevmezler, çünkü
Atatürk de sevmezdi.
Bu nedenle,
Türkiye'ye
akın eden Arap turistlerden de hiç hoşlanmıyorlar.
Araplar da, sanki inadına, tıraş olmuyorlar, kravat takmıyorlar,
şapka giymiyorlar, ne biçim adamlar bunlar?...
Kemalistler başbakana "
padişah" diyecekler, "halife" diyecekler, bunu
hakaret sayacaklar, tam dillerinin ucunda, Batı basını onlardan önce davranıp bunu söyleyince, ama "sitayişle" söyleyince büsbütün şaşırıyorlar.
Ortaya koyabildikleri alternatif, "otuzlu yılların, her alanda olduğu gibi, dış politikada da otarşi" politikası... Kendi kendine yetme, dünyaya kapanma, hele Ortadoğu'yu hepten yok sayma...
Yurtta sulh cihanda sulh... Sanki başbakan savaş istiyor.
Hayret... Oysa, "mazlum millet" olduğumuzu ısrarla öne sürenlerin, diğer mazlum milletlere, özellikle Araplar'a daha sıcak bakmaları gerekmez miydi?
Türk solunu da yıllarca bu safsataya yatırdılar ve yanlıştan yanlışa sürüklediler.
Ahmak solcular, kendilerini asıl mahvedenin, asıl ezenin, asıl yokedenin Kemalist
bürokrasi olduğunu hiçbir zaman anlayamadılar. Cellatlarını çok sevdiler! Kılıçdaroğlu'nun seçimden sonra bilir bilmez ortaya attığı "
Stockholm sendromu" asıl buydu!
Bu arada, "üçüncü dünyacı" fikirlere dört elle sarıldılar.
Osmanlı bütün
halkları ezmişti ya, hesapça Türk halkını da ezmişti!...
Biz de bir Zambiyalı, bir Kübalı, bir Vietnamlı kadar garibandık!...
Halk uyandırılacak, emperyalizme karşı halk savaşı verilecekti. (Kemal Tahir, "Türkiye Ganalı kabile toplumu değildir" diyordu, ona da
küfür ediyorlardı.)
Halkı kafakola almak için sosyalist olmak da yetiyordu.
Bu kafada giden Türk aydını, halkı yanına almak şöyle dursun büsbütün karşısına aldığını dehşetle gördü.
Görebilen gördü tabii, göremeyen yokoldu gitti. Kimi
genç ölerek, kimi hayattan
emekli olarak.
Bunlar, bugün de "o kadar cumhuriyet mitingi yaptık,
CHP gene kazanamıyor" diye ağlayan ahmaklardır.
Türk halkı, koca bir imparatorluğu kurmuş ve yüzlerce yıl yönetmişti. Hiçbir zaman sömürge olmadı (ama bol bol "sömürge aydını" çıkardı)...
Düzeninin bozulmuş olması, geri kalmış olması, dara düşmüş, yoksulluğa katlanmış olması, onun "mazlum" olduğu anlamına gelmezdi.
Pek pek, "düşmüş bir aristokrata" benzetilebilirdi!
Silkindiği zaman neler yapabileceğini şimdi dosta düşmana, en başta da Kemalist aydınlara gösteriyor.
Ve de bu, Kemalist aydınların hiç hoşuna gitmiyor...
Onlar, kendi yağıyla kavrulan, geri ve ille de mazlum bir ülkede çok daha rahat edeceklerdi! Ağlamayı severlerdi.
Çocukluğumuzda beynimizi "fakir olmanın erdemiyle" yıkadılar. Memur tüketemiyordu, öyleyse kimse de üretmeyecek ve tüketmeyecekti.
Çocuktuk, "öyleyse niçin zenginleştirmiyorsunuz, zenginleştirmeye çalışanı da niçin ikide bir alaşağı ediyorsunuz" diye sormayı bilemedik.
Artık edemeyecekler, hadlerini bilecekler. Halk, tepesi attığı zaman neleri başarabileceğini göstermiştir, hem dosta düşmana, hem Kemalistler'e.