Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın önceki gece başlayan
Ortadoğu gezisi,
bölgede kitleler tarafından ne kadar çok sevildiğini de bir kez daha gösterdi.
Ama
ülke yönetimleri için aynı şey söylenebilir mi, kuşkulu...
Tayyip Erdoğan’a
sokakların gösterdiği muhabbetin, ülke yönetimleri tarafından kendisinden esirgenmesinin nedeni belki de gerek
Filistin, gerek
İsrail konusunda Erdoğan’ın üslubunun Arap yönetimlerininkinden önde ve çok daha radikal olmasıdır.
Örneğin, Erdoğan için ‘İsrail’in
Gazze Ambargosu’ neredeyse en önemli
gündem iken, ziyaret etmekte olduğu
Mısır rejimi Gazze Ambargosu konusunda İsrail’e ciddi bir şekilde
destek olmakta...
Erdoğan’ın bölgedeki popülaritesini, yönetim ile sokak arasındaki oluşan bu fark sürekli besliyor...
Belki de bu nedenle kendisi için kullanılan sıfatlardan biri de ‘Arap sokaklarının lideri’dir...
Başbakan’ın Arap sokaklarındaki cazibesi, tanımlı bir
siyaset ya da kavramlara verilen destekten ziyade, yönetim ile sokak arasındaki çelişkilerden de güç aldığı için, tanımlarda da farklılıklar görülmekte.
Örneğin, ‘Erdoğan
İslam’ın kurtarıcısı’ pankartı bunlardan biri.
***
Erdoğan için çok farklı tanımlamalara Batı basınında da rastlamak mümkün...
Örneğin, Daily
Telegraph, Erdoğan’ın
Avrupa Birliği üyeliği girişimlerinden sonuç alamayınca Araplar arasındaki en duygusal konu olan Filistin davasının savunuculuğuna soyunarak bölgede gücünü artırmak istediğini yazıyor.
Independent Gazetesi, ‘Erdoğan’ın İsrail’e negatif yaklaşımı, Arapların gözündeki cazibesini artırıyor. İsrail’in yalnızlığı, Arap dünyasındaki ayaklanmalar, Arap ülkelerinin zayıflığı ve ABD’nin bölgede gücünün azalması
Türkiye’ye yaradı’ diyor.
Times Gazetesi de Erdoğan’ın bölge ziyaretinde Türkiye’yi İslam,
demokrasi ve
ekonomik refahı bir araya getiren bir
model olarak sunmaya hazırlandığını belirtmekte...
***
Arap sokakları gibi, yeryüzünün de Türkiye’den ve Başbakan Erdoğan’dan beklentileri var, aslında yeryüzünün beklentisi Times’ın formülünde somutlaşıyor.
Yerkürede yaşayanların dörtte biri
Müslüman. Ama 57 İslam ülkesinin toplam üretimi üç aşağı beş yukarı Almanya’nın üretimi kadar.
İslam âlemi yeterince zengin değil, üstelik gelir dağılımı adaletsizliği yüzünden çilekeş,
yoksul yığınların en yoğun yaşadığı coğrafya.
Türkiye ise ekonomik olarak da, sosyal olarak da bu 57 ülkenin en gelişmişi. Diğerlerine ‘örnek’ ya da ‘vitrin’ olabilecek bir önceliği var.
Amerika’daki ‘yüksek teknoloji’ sektörleri, daha hızlı yol almak ve genişlemek için İslam âlemini uluslararası sisteme dâhil ederek, daha çok geliştirmek ve zenginleştirmek istemekte... Müslüman ülkeler daha çok ve çabuk kalkınsın ki ‘ileri teknolojilere’ talep yükselsin, Bilgi Çağı daha rahatlıkla yol alsın.
ABD, İslam âlemini, en gelişmiş Müslüman ülke olan Türkiye üzerinden uluslararası sisteme eklemleme peşinde. Türkiye’nin iç ve dış gelişmelerini bu açıdan okumak gerek bence...
***
Tabii şunu da vurgulamak gerek...
Türkiye bir yandan değişiyor, bir yandan ‘vitrin’ özelliğiyle İslam âlemindeki ve bölgesindeki gücünü pekiştiriyor.
Ama İslam âleminin ‘vitrin’ ülkesinin de sağlam bir demokrasiye, insan haklarına, zenginliğe kısacası AB standartlarında bir ülke olmaya ihtiyacı var. Özellikle de Müslüman coğrafyadaki umutsuz
genç yığınlar için...
Bu sağlanmadan ‘vitrin’ olma özelliği her zaman iki arada bir derede kalacak... Kırılgan olacak.
***
Türkiye, kendisi
Kürt Sorunu başta olmak üzere ağır yapısal sorunlarla uğraşırken ‘kendisi muhtâc-ı himmet bir
dede, nerde kaldı gayriye himmet ede’ noktasına düşmemek için galiba buna dikkat etmeli...
Sonunda yaşadığımız dünyanın temel gerçeği ‘din, ırk ve mezhep’ ya da bunun üzerinden oluşan kör düşmanlıklar değil, ‘en kutsal canlı’ olan insanın bizzat kendi özgürlüğü ve zenginliği...