Eğer
Türkiye Ergenekon sürecini başlatan kapıyı açmasaydı, 12
Eylül zor biterdi.
12 Eylül'ü hep takvimlerdeki başka tarihler takip ederdi. Tıpkı 28
Şubat gibi, 27
Nisan gibi olanlar...
12 Eylül'ün bitiş süreci aslında,
toplumun devletle, devletin içerisindeki
egemen blokla hesaplaşmasıyla başlamıştır. Burada toplum adına bu mücadeleyi sürdüren
sivil unsurlar, başlangıçta oldukça zayıf konumda olduklarından, sürecin çok yavaş ilerlediği düşünülebilir. Günümüzde gelinen noktadan geriye bakıldığında, çok önemli mesafeler kat edilmiş ancak henüz süreç tamamlanmamıştır.
Radikal körlük mü, kindarlık mı?
Devletin kurumsal yapısının dışındaki alanlarla ilişkileri, militarist ideolojinin etkisinde kurulduğu için, buralarda ortaya çıkan anlayış ve davranış biçimlerinin, 27 Mayıs'tan 12 Eylül'e uzanan darbelerdeki ve 28 Şubat'tan
27 Nisan'a uzanan müdahalelerdeki rolünü ayrıca değerlendirmek gerekir.
Aydınların önemli bir kısmında,
demokratikleşme sürecinin normal gelişmelerine karşı ortaya çıkan tavırlar, gösterilen hassasiyetler, bütünüyle bu zihniyet dünyasının tepkilerini yansıtmaktadır. Yine medyada görülen genel yaklaşım, Türkiye'de devletin yapısında ve işleyişindeki demokratik değerlere göre biçimlenmeyi bir anlamda normalleşmeyi, tehlikeli bir gelişme gibi gösterme anlayışı, hep bu
zihinsel hastalığın, militarizmin yarattığı travmaların belirtisi olarak okunmalıdır.
Geçtiğimiz günlerde, 12 Eylül yargılamalarına ilişkin
dava dosyalarının da içinde yer aldığı bir utanç müzesi açılmış. İlginçtir ki, bu müzede sergilenen bazı dosyalardaki bilgiler, hâlâ 12 Eylül öncesinin karşıt kutuplar algısı içerisinden medyada takdim edildi.
Kendisi hapishanedeyken dışarıda işlenen bir cinayetle suçlanan ve bundan dolayı idam cezası alan, haksız yere idam edildiği bilinen Mustafa Pehlivanoğlu'nun
itirafları olarak Radikal gazetesinin haberiyle basına yansıyan sözlerin, işkence sürecinde hazırlanan ve idam öncesi zorla imzalattırılan ifadelere dayanılarak, 12 Eylül'de benzeri birçokları tarafından yaşanmış olan bir olayın ürünü olduğu bilinirken, bu şekilde haber yapılması, 12 Eylül'ü hazırlayan zihniyetin uzantılarının yaşadığını göstermektedir. Pehlivanoğlu, 12 Eylül rejimi tarafından şehit edildiği için, "nasıl olsa dosya kapanmıştır" düşüncesiyle 'idamdan önce itiraf etti' denilerek bu işkence belgesine sarılmak nasıl bir ruh halidir!
Mustafa Pehlivanoğlu'nu kim katletti?
Buradaki ilk yanlış, 12 Eylül öncesi Soğuk
Savaş sürecinde Türkiye'de hâkim olan, Batı sisteminin ülkeyi
kontrol etmek için demokratik süreci zayıflatarak, denetimini, seçilmiş iktidarlar üzerinde baskıya dönüştürmek adına kullandığı, örgütlediği bir
iç savaş provasının taraflarından birisi olarak hâlâ bu psikolojiyle meseleye bakmak.
İkincisi ise darbecilerin yaptıkları eylemleri, uyguladıkları işkenceleri ve işledikleri cinayetleri karşı taraf için yapıldığı zaman haklı göstermeye çalışmak. Bunun karşılıklı olarak yapıldığını düşündüğümüzde, darbecilerin iddialarının doğrulanmasından başka bir şey elde edilemez. Anlatmak istediğim tam da budur. Burada amaçlanan militarizmin 'Ergenekon zihniyeti'nin birbirine düşman haline getirdiği insanlar üzerinden kendi konumunu ve iktidarını üretmeye devam etmesini sağlamak.
Bu çarpık algıya, sadece cuntacılarda değil, medyada, aydınlarda da rastlanabilir. 12 Eylül rejimi bütün araçlarıyla ve anlayışıyla
tasfiye sürecindedir. Öyle anlaşılıyor ki, devletin dışındaki alanlarda ve zihin yapılarında bu biraz daha zaman alacaktır.