Haber ajansları, korku dolu bakışlarını geçmişti ertesi gün... Biz de o bakışı birinci sayfamızdan kullanmıştık. 11
Eylül'ü
12 Eylül'e bağlayan gece Şemdinli'de küçücük bir çocuk, babasının kucağına iyice sinmiş, ne olduğunu çok da bilmediği ama çok
gürültü yaptığı için korktuğu
silah seslerinden korunmaya çalışıyordu.
Annesinin ve babasının yüreğinde duydukları korku onun da minicik yüreğine sinmişti belli ki...
Silahlar ve elinde silah tutanlar, onun gibi nice minik çocuğun hem canını, hem ruhunu hem de geleceğini tehdit ediyor. İsmini öğrenemediğim
küçük çocuk
terörden, PKK'dan, olağanüstü hallerden kurtulsa bile, silah seslerinin küçücük yüreğinde açtığı travma hayatı boyuncu onu takip edecek.
Yıllardır olduğu gibi hâlâ sağımız solumuz, önümüz arkamız, olağanüstü hallerin, darbelerin, terörün tarumar ettiği hayatlarla dolu.
Fındık kabuğunu doldurmayan gerekçelerle sıkılan kurşunlar, askerî yönetimler, tıpkı küçük çocuğun ruhunda oluşturduğu gibi hayatımızı karanlık bir travmadan geçirdi ve hâlâ da geçiriyor.
Önceki gün
Milliyet gazetesinde yayımlanan bir haberde,
12 Eylül darbesinden sonra oğlu idam edilen Aysel Yukarıgöz'ün hikâyesi vardı. Fotoğrafta oğlu
Ramazan Yukarıgöz'ün elbiselerine dokunurken görülen Aysel Yukarıgöz, 27 yıl sonra kendisine verilen oğlunun mektubunu hatırlatıyor. Yaşadıklarını ise şu sözlerle dile getiriyor: ''Yakalandıktan 14 gün sonra çıktı idam kararı. 2 yıl beklediler. Artık idam etmezler derken, bir gece saat 05.00'te kapımız çaldı.
Polis söyledi idamı. Bir
tam gün sonra alabildik cenazeyi, gece 02.00'de İstanbul'a geldiğimizde hemen defnetmemiz söylendi. Yıkadıklarını,
define hazır olduğunu söylemişlerdi. Koşup mührü söktüğümde oğlumun çorapları bile çıkartılmadan tabuta konulduğunu gördüm.''
Ancak bütün bunlar olurken, orada başka bir şey daha yaşanıyor ki o da artık insanlıktan çıkma hali diye yorumlanabilir. Aysel Yukarıgöz, "Orada söylediğim sözlerden dolayı cenazeden sonra gözaltına alındım. Metris'e koydular beni.'' diyor. Bir anne, bundan daha büyük acı yaşayabilir mi? Evladını idam edip eline veriyorlar ama acısını bile yaşamasına müsaade etmiyorlar.
Ben ilkesel olarak idam cezalarına karşı değilim. Hatta
Türkiye'de yeniden idam cezasının gelmesini de savunuyorum. Ama hukukun vereceği idam cezalarını savunuyorum, siyasetin değil... 12 Eylül darbesi için gerekli şartlar oluşsun, oluştuktan sonra olgunlaşsın diye binlerce insanı kamplara ayırıp, onları 'bir devrim yapabilecekleri' konusunda ikna edip sonra bunlara karşı başka bir cephe oluşturarak dünyanın en büyük provokasyonlarından birine
imza attılar.
Sürekli olağanüstü şartlarda yaşayan bir
ülke ve bu sıkıntılı, elektrikli dönemlerin faturalarını ödeyen nice körpecik hayatlar var. Eğitim hakları elinden alınan, hayatları karartılan, öldürülen,
sakat bırakılan, ötekileştirilerek dışlanan bu insanlar hep bu ülkenin yerlileri oldu. Binlerce
genç ve dinamik
beyin bu ülkeye katkı sağlayamadan zayi olup gitti. İhtilal döneminin gençleri arasında ölmeyip de bir şekilde hayatta kalanlar ise yaşadıklarının etkisinden yıllarca kurtulamadı. Cezaevleri, ölümler ve ihanetlerle dolu bir geçmişten sonra kurdukları yeni hayatlarında, mazinin izleri, travmaları onları hiç yalnız bırakmadı. Son LYS'de Türkiye birincisi
Bitlis oldu.
Batman,
Hakkari,
Şanlıurfa en başarılı iller arasındaydı. Bu şehirlerin bugüne kadar başarısız olmasının tek bir nedeni var; o da bölgeyi hep olağanüstü halde tutan terör
şebekesiydi. Bu şebekenin ülkenin genç fidanlarını telef eden o yapıdan farklı olduğu düşünülebilir mi? O sebeke yıllardır o bölgede binlerce genci yitik kuşaklar arasına kattı.
Hasılı; Şemdinli'deki küçük çocuğun gözlerindeki korkuyu silmedikçe yitik kuşakların bitmesi mümkün olmayacak. Bu ülkede her şeyden önce yapmamız gereken şey, yeni yeni yitik kuşakların olmasını engelleyecek düzenlemeleri hayata geçirmektir. Evimiz hâlâ düzene sokulamadı. Ev düzene girmeden hiçbir yere faydamız olamaz.