Avrupa'nın para birimini aynı şekilde telaffuz edemeyen, kiminin Yuro, kiminin Öro, kiminin de Avro dediği bir
ülkede yaşıyoruz.
Çok daha sofistike olup üst düzey iktisat bilgisi gerektiren cari denge konusunda anlaşılamamasını da
doğal karşılamak gerekir. Bir kesim "
Cari açık, yani ekonominin döviz gelirleri ile giderleri arasındaki fark, sorun değil, nasılsa finanse ediliyor." diyor. Diğer bir kesim de buna çok karşı. "Elbette finanse ediliyorsa sorun yok, edilmeseydi zaten cari açık olmazdı, cari açığın ne kadar yükseldiği daha önemli." diyor. Bir başka kesim de "Finanse ediliyor ama finansman kırılgan, bugün değilse bile yarın sorun olabilir" diyor. Acaba "iktisatçı" olmayan biri hangi görüşe
prim vermeli?
Önce bazı gerçekler
Türkiye'nin
ekonomik modeli, belli bir miktar cari açık verilmesini gerektiriyor. Ülkenin demografik yapısı iç talebi güçlü tutuyor. Büyük,
genç,
yaşam standardı düşük, iş bulup düzenli gelir elde edebildiğinde hemen borçlanmaya ve tüketmeye meyilli bir nüfus var. Yıllarca topladığı mevduatlarla devleti ve büyük şirketleri finanse eden
bankacılık
sistemi de son yıllarda perakende bankacılığa yoğunlaşmış durumda. Gelişen teknolojik imkânlar ve TL'nin hem uzayan vadesi hem de gerileyen reel maliyeti ile giderek daha borçlanılabilir bir para birimi olması sayesinde bireylere geniş finansman imkânları sunabiliyorlar. Düzenli büyüyen ekonominin artan geliri, bu
kredilendirmelere teminat oluşturuyor. Bu sayede 2002 yılında toplam aktiflerin sadece % 3'ü olan bireysel krediler (kredi kartı bakiyeleri dahil) her yıl hızla artarak 2011 ortasında % 18'e kadar yükseldi ve bilançolar biraz dengelendi (Grafik 1).
Bu güçlü
tüketim dinamiğinden faydalanmak isteyen
girişimci reel
sektör, düzenli bir şekilde her yıl GSYİH'nın % 20'si civarında yatırım yapıyor ve bu talebe
cevap verebilecek
üretim altyapısını kuruyor ya da büyütüyor. İşgücüne istihdam ve düzenli gelir sağlıyor. İş bulanlar da kredi imkânlarına kavuşuyor. Ayrıca zaten o yatırımlar da bireylerin düzenli tüketimleri sayesinde para kazandırabiliyor. Herkes mutlu.
Ekonominin ihracat tarafı zayıf değil. Ama yıllarca uygulanan yanlış makroekonomik politikaların yüksek iki hanelerde müzminleştirdiği enflasyonla savaşmak için açık tutulan TL ve döviz
faiz farkı sayesinde TL güçleniyor.
İhracattan para kazanmak zorlaşıyor. Çok
ucuz işgücü v
e devlet desteklerine sahip
gelişmekte olan ülkeler ve katma değeri çok yüksek, çok teknolojik ve dolayısıyla verimli çalışan gelişmiş ülkelerle dünya pazarlarında kur desteği olmadan
rekabet zor. İhracat daha ziyade iç talep stepnesi konumunda kalıyor. Türkiye'de bir
kriz olup da döviz kurları fırlar ve iç talep en azından bir süre duraklarsa ihracatla çarkları döndürmek için.
Bu faktörler yan yana geldiğinde de üretim altyapısı ve üretimin kendisi
ithalata dayanıyor.
Teknoloji ve
hammadde mecburen, aramallar da TL'nin gücü sayesinde ucuz olduğu için ithal ediliyor (Grafik 2). Hatta ihracatçılar bile ithalat yapıyorlar ki maliyetleri bu sayede düşsün ve rekabet edebilsinler.
Özetle, Türkiye yatırım yapıyor, üretiyor ama bunu üretim faktörlerini ithal ederek yapıyor. Güçlü demografik yapı anahtar konumda ve bu çarkın katma değer ve istihdam oluşturmasını sağlıyor. Ülkede bu çarkı finanse edecek yeterli tasarruf yok. Ama katma değeri gören sıcak ya da
soğuk yabancı finansörler büyüyen pastadan (ekonomiden) pay almak için finansman sağlıyorlar. Cari açık denen olayın özeti bu.
Cari açıkla ne kadar daha?..
Bu modelin katma değer oluşturmaya devam etmesi için iç talebin gücünün devam etmesi gerekiyor.
Nüfus yaşlanınca, yaşam seviyesi yeteri kadar yükselip tüketimi artırmakta zorlanınca veya yeni borç alamayacak kadar borçlanınca bu sistem de iflas edecek ve artık ekonomi bu modelle büyütülmeyecek. Halen ABD'de ve birçok Avrupa ülkesinde olduğu gibi. Ama bu saatten sonra ekonomik modeli değiştirmek kolay değil. Yıllar sürer ve arada yönetilemeyip sosyal sorunlara dönüşebilecek bir
enkaz bırakabilir. Cari açık çok yüksek diye feryat etmenin anlamı yok. Bununla yaşanacak ve elden geldiğince iyi yönetilmeye (enflasyonu ve cari açığı çok yükseltmemesine) çalışılacak. Kaldı ki bu modeli bir an evvel değiştirmek de gerekmiyor.
Merkez Bankası verilerine göre, 2010 sonunda hanehalkı yükümlülüğü harcanabilir gelirinin sadece % 41'i ve GSYİH'nın sadece % 17'si. Faiz ödemeleri harcanabilir gelirlerinin sadece % 5'i. Çok veriliyor denen ipotek kredileri GSYİH'nın daha % 6'sı. Gelişmiş ülkelerle kıyaslanmayacak kadar düşük (Grafik 3). Zaten TL, sabit faizli ve kısa vadeli borçlanıyorlar, bir anda borçların
patlama tehlikesi de yok. Bankalarda tasarruf mevduatları bireysel kredilerin neredeyse iki katı. Bugün birçok ülke Türkiye'nin bu iç tüketim avantajına gıpta ile bakıyor. Yeter ki, yurtdışı kaynaklar istikrarlı bir şekilde ekonomiye gelmeye devam edip bu çarkın dönmesini sağlasın.
Anahtar bankacılık sistemi
Dış kaynakların ekonomiye girdiği ve girmesi de gereken kanal bankacılık sistemi ve o nedenle anahtar konumda. Bu, bankacılık sistemi dizginlenmeli demek değil. Sermayesinin sadece 8 katı kadar aktif oluşturan, şube açmak için aktifinin % 12'si kadar
sermaye tutması gereken, bilanço dışına pislik çıkartamayan, neredeyse 7 gün 24 saat banka içinde murakıpların her bilanço kalemini sorguladığı ve bilançosu her gün en şeffaf şekilde kamuoyuna açıklanıp
otokontrol yaptırılan bir sistem daha ne kadar dizginlenecek ki? Ve zaten ekonomideki harcamaları
kayıt içine sokup devlet bütçesini destekleyen, en başta ekonominin istihdam için gerekli üretim altyapısını finanse eden ve onlar etmese hemen devreye denetlenmeyen dış kaynakların ve tefecilerin gireceği bankalar hele bir de zaten küçükken ve makroekonomik dengeler de gerektirmedikçe neden dizginlensin ki?
Sağlıklı bir bankacılık sistemi ile ekonomi dengeli, teminatlı ve risklere dikkat edilerek finanse edildiği sürece Türkiye ekonomisi mevcut modeliyle yüksek cari denge açıklarını taşır. Olay ne cari açıktır ne de finansmanı. Şirketlerin, bankaların ve devletin işini doğru yaptığı varsayımıyla mevcut model çerçevesinde hanehalkı borçluluğudur. Ekonomi özellikle hanehalkı tarafında yeteri kadar borçlandığında cari açık sorunu zaten kendiliğinden ortadan kalkar, istesek de cari açık veremeyiz. O zamana kadar da çok var