Liberal ve savaş karşıtı olarak bilinen ABD başkanlarından Bill
Clinton, bir keresinde şöyle demişti:
"
Savaş karşıtı bir insanım ama
İsrail'in güvenliği tehlikeye düşerse elime silahı alır gider İsrail sınırında savaşırım!"
Bu ifade karşısında ABD şahinlerinin İsrail merkezli güvenlik yaklaşımları zaten şaşırtmıyor.
Böyle katıksız bir himayeyle serpildi ya
terör devleti İsrail.
Mavi
Marmara katliamını meşrulaştıran
Palmer raporu lehimize olsaydı da her şey iyiye gitmeyecekti.
İsrail
yönetimi, 9 masum canın vahşice katledilmesiyle kötü bir şey yaptığını düşünmüyordu.
Sorun, İsrail Siyonist yönetiminin goy/goyim anlayışındadır.
Antisemit falan da değilim ama gerçekleri göz ardı edemeyiz.
Goy (çoğulu goyim) kavramı, İbranice'de
Yahudi olmayan manasını taşır.
Fakat kelime aşağılama ve
hakaret içerdiği gibi, İsrailliler'in Yahudi olmayanları ifade etmek için en sık kullandıkları terimdir.
İsrail ordusunda Talmud'a dayalı "anti-goyim eğitimi" oldukça belirleyicidir.
Bu eğitim 1973'ten bu yana İsrail ordusu içinde bilinçli olarak yayıldı.
İsrail birliklerinin Genel Komuta Merkezi tarafından yayınlanan bir
kitapçık, bu düşünsel sistemi şöyle anlatır:
"Bir savaş ya da silahlı bir çatışma sırasında kuvvetlerimiz
sivil halk ile karşı karşıya gelirlerse ve eğer bu sivillerin askerlerimize zarar verip veremeyecekleri konusunda açık bir kesinlik yoksa öldürülmeleri doğrudur ve hatta gereklidir. Halakha, savaşta düşmana karşı saldırıya geçtiklerinde, iyi sivilleri, yani iyi gözüken sivilleri bile öldürmeleri için birliklerimize izin vermekte, hatta bunu emretmektedir."
Goyim ile Yahudiler arasındaki "genetik farklılıklar"dan dem vurmaktan İsrail liderleri bile geri durmadılar ki.
Birleşmiş Milletler, 14
Kasım 1975'te Siyonizm'i ırkçılığın bir kolu olarak kabul etti.
Bu gelişme karşısında Likud liderlerinden ve eski başbakanlardan Yitzhak Şamir, "üstün ırk" kavramına olan inancını şöyle ifade etmişti:
"Ağaçlardan inen insanlardan meydana gelen ulusların dünyanın liderliğini üstlenmeleri kabul edilecek bir şey değildir. İlkeller nasıl kendilerine ait fikirlere sahip olabilirler?
Birleşmiş Milletler'in kararı bize bir kere daha göstermiştir ki biz diğer uluslar gibi değiliz."
Nobel Barış Ödülü alan eski başbakanlardan Menahem Begin daha net bir ifadeyle,
Filistinliler'i "iki ayaklı hayvanlar" olarak tanımlamıştı.
Likud ve ondan da radikal olan İsrailli partiler ne yaptılar bugüne kadar?
Filistin topraklarını ilhak etme onları öldürme,
sürgün etme gibi insanlık dışı gayelerini, Yahudi dininin kavramlarını kullanarak, Tevrat pasajlarından alıntılar yaparak meşrulaştırmaya çalıştılar.
Barışa yanaşmamak Likud'un, aldatıcı ve geçici barış ataklarında bulunmaksa İşçi Partisi'nin stratejisi oldu yıllarca.
Hâlâ da böyledir.
Eski MOSSAD ajanlarından Victor Ostrovsky'e göre İsrail bir "garnizon devlet."
Varlığı daimi bir şekilde çatışma ve savaş halinde olmasına bağlı.
Kurulduğu günden bu yana İsrail'in yönetim kadrolarına kesintisiz bir şekilde
egemen olan anlayış budur.
Bu noktada İşçi Partisi'nin laik Siyonistleri ile Likud'un
dindar milliyetçileri arasında vizyon farkı yoktur.
Teodore Herzl ve Max Nordau'dan farklı olarak Sağcı Siyonizm'in kurucusu Zeev Jabotisky'nin görüşleri hâlâ İsrail yönetiminde etkilidir.
Hitler ve Mussolini hayranı olan Jabotinsky, bu faşist diktatörlerin ırkçı ideolojisinin Yahudi bir versiyonunu hedeflemişti.
Jabotinsky'nin görüşleri, İsrail'in kurulmasıyla birlikte Herut Partisi'ni oluşturdu.
Herut, zamanla diğer bazı
küçük partilerle birleşerek Likud'a dönüştü.
Menahem Begin, Yitzhak Şamir şimdiki
Başbakan Benjamin Netanyahu veya
Ariel Şaron gibi İsrail'in radikal, sertlik yanlısı politikacıları hep Likud'un liderleri.
İşte karşımızdaki İsrail portresi.
Türkiye de İsrail de tarihi misyonlarını ifa ediyorlar.
Biri ihya ve imar peşinde diğeri ifna.
İsrail özür dilese bile, bu anlayışlar karşısında Türkiye'nin İsrail'le sıcak ve kalıcı bir ilişki kurması hayaldir.