İsmet Özel “Celladıma gülümserken çektirdiğim son resmin arkasındaki satırlar” isimli şiirinde müthiş dizelere
imza atar:
“Her şey ben yaşarken oldu, bunu bilsin insanlar/Ben yaşarken koptu tufan/Yeni baştan yaratıldı kainat/Her şeyi gördüm içim rahat...”
Farkına varalım ya da varmayalım her şey biz yaşarken oluyor!
Genelkurmay eski Başkanı
Işık Koşaner‘in “
itiraf” diye nitelendirilen fakat bence “Başarısızlığı gizleme çabası” olan ses kayıtlarını dinlediğimde zihnim 4-5 yıl gerilere gitti.
2007 Haziran’ında bir yazı yazmıştım ve o yazı üzerine adeta başıma gelmedik kalmamıştı.
Işık Koşaner’in söylediklerini bundan 4-5 yıl önce ben yazdığımda “
linç edilmem için bütün deliller eldeydi ve bir anda nefretleri kazanmıştım.”
Bu arada cep telefonu numaram subayların bana telefonda rahatlıkla küfretmesi için internette yayınlandı...
“Erlerimiz savaşıyor, subaylarımız nerede” başlıklı yazımda
PKK ile savaşta bir mücadele planının olmadığını...
Savaşın iki aylık eğitimli erlerle yapıldığını, bu yüzden çok şehit verildiğini...
Genelkurmay’ın ise iç siyasete, irticaya odaklanması ve hükümetleri devirme planları yapması yüzünden terörle mücadeleye odaklanmadığını vb. yazmıştım.
Vay sen bunu nasıl yazarsın?
Emin Çölaşan o zaman
Hürriyet yazarıydı ve yazı günü olmamasına rağmen benim yazımı görünce hemen kalemine sarıldı ve saldırının işaret fişeğini ateşledi. ‘Saldırın’ dedi.
Ergenekon sanığı Kemal Kerinçsiz bazı şehit ailelerini toplayarak
gazete binasının önüne geldi gazete binasını ablukaya aldı.
Aleyhime öyle bir
psikolojik atmosfer oluşturuldu ki izine ayrılmak zorunda kaldım ve bir ay boyunca köşemden uzak kaldım.
İki vatandaş, ki birisi savcının söylediğine göre görevi bu tür yazılar hakkında
dava açmak olan birisi, hakkımda savcılığa suç duyurusunda bulundu. 301’den yargılanmama ramak kaldı.
Yazıdan birkaç ay sonra
sivil polisler gazeteye gelmişler ve savcının beni istediğini söylemişler. O sırada gazetede değildim. Çağrı üzerine gazeteye gittim, polisler “Yakalandı” diye zabıt tuttular. Dedim ki “Siz yakalamadınız, ben kendim geldim.” Dediler “prosedür böyle.” İşte tam da bu noktada gayret ettim ve sövdüm, bu da geçti polis kayıtlarına...
Savcı tam da beni tutuklamaya hazırlanıyordu ki avukatım “dava açma süresinin bir hafta geçtiğini” fark etti.Meğer savcının aceleyle gazeteye polis göndermesinin sebebi de buymuş!
Adliye binasından ayrıldım, kendimi
Florya sahillerine attım. Sahilde yürürken telefonum çaldı.
Cumhuriyet Gazetesi’nden bir muhabir arıyordu “Tutuklanmışsınız” dedi. “
Hayır” dedim: “Tutuklanmadım.”
Bu arada cep telefonu numaram subayların bana küfretmesi için yayınlandı...
Neyse...
Geçti o kara günler, açıyor
pembe güller.
O “Zor zamanda konuşamayan, yazamayan, çizemeyenler” bugün rahatlıkla yapıyorlar bu işleri. O gün “Her doğru her yerde söylenmez” sözü ile doğruları, gerçekleri, yanlışları söylemeyi manipüle etmeye çalışanlar bugün en hızlı anti militarist kesildiler!
Kendilerini
tebrik ediyorum. “Good timing” denilen işi iyi yapıyorlar. Benim yaptığım ise “bad timing”di ve cezalandırılmam gerekiyordu!
“Haytanın biriydim ben ve ruhumun peşindeydi zaptiyeler ve maliye.”
“Erlerimiz savaşıyor subaylarımız nerede” diye sorduğum soru çarpıtıldı ve bu savaşta niçin hep erler ölüyor, subaylar ölmüyor noktasına çekildi.
Aslında bu soruyu sorarken pek de haksız değildim.Mesela
Dağlıca Karakolu basıldığında Karakol Komutanı bir köyde düğündeydi.
Yine Işık Koşaner’in ses kaydında söylediği gibi “bazı rütbeliler çatışma sırasında silahını bırakıp kaçıyordu...”
İşte bana sıkıntılı günler, haftalar ve aylar yaşatan o yazı. Bugün bu şartlarda bir kere daha okuyun isterim.