Konu dış
politika olunca, devlet ve
siyaset tarafından acımasızca kandırılmaya çalışılan tecrübeli bir
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hep endişelenirim...
Bilirim ki bizim hukuksal tezlerin zafiyeti arttıkça içerde salçalı hamaset sürat
rekoru kırar.
Örneğin,1974 yılında
Kıbrıs çıkartması sırasında içerde, ‘
Vatan,
Millet,
Sakarya’
tavan yaparken,
Birleşmiş Milletler ve
Avrupa Konseyi Türkiye’yi ‘işgalci’ ilan etti.
Bu ağır çelişki nedeniyle
Kıbrıs sorunu bir daha düzelemedi...
Galiba Kıbrıs’ı çözemeyince, biz de Gazze’ye yöneldik...
***
Hamaset ile
teknik gerçekler arasındaki uçurumu bildiğim için, dün de iç ve dış basını mesafeli bir soğukkanlılıkla okudum...
Örneğin, BM Genel Sekreteri Ban-Ki Moon’un da onayladığı
Palmer Raporu sürecini
Dışişleri Bakanlığı’nın neden ve nasıl önleyemediğini hala anlamış değilim...
Gene Polonya’daki AB Dışişleri Bakanları gayri resmi toplantısına katılan
Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun ters mantığı da ilgimi çekti: “Kimsenin ‘Türkiye bu pozisyonda haksızdır’ gibi bir görüş sarf etmediğini” söylüyordu... Ama kimlerin ‘Türkiye haklıdır’ dediğinden de söz etmiyordu...
Üstelik Davutoğlu’nun sözlerinin hemen yanı başında, Davutoğlu ile aynı toplantıda bulunan
Almanya Dışişleri Bakanı Guido Westerwelle’in bizim resmi beyanlarla taban tabana zıt bir demeci yer alıyordu...
Westerwelle, “Türkiye anlaşılır, şeffaf ve tarafsız bir
soruşturma istedi.
Bağımsız ve şeffaf soruşturma gerçekleştirildi. Her ne kadar bir taraf ya da diğerini memnun etmeyen yönleri olsa da, sonuçlar ciddiye alınmalı” diyordu...
***
Yetkililer, dokuz vatandaşımızı vahşice öldüren
İsrail’in ‘devlet terörüne’ karşı hakkımızı
Lahey Uluslararası Adalet Divanı’nda arayacağımızı söylüyorlar...
Ama nasıl?
Lahey’e gidebilmek için birkaç yol var... İlki, ihtilaflı devletlerin kendi aralarında anlaşmaları... Bu mümkün gözükmüyor...
İkincisi,
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararı ile...
Güvenlik Konseyi’nde ABD gibi ülkelerin İsrail aleyhine oy kullanmayacağı ortada...
Son ve bizim deneyeceğimiz uzun ve zahmetli üçüncü yol ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndan karar çıkarmak...
***
Bir başka sorun daha var...
Lahey Adalet Divanı’na İsrail’i 1982 tarihli uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ni çiğneyerek uluslararası sularda
katliam yaptığı için şikâyet edeceğiz...
Ancak, Türkiye,
Yunanistan ile Ege’deki uzlaşmazlıklar nedeniyle ‘1982 tarihli uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne taraf değil.
Umarım hukuksal süreçte bu da başka bir zorluk çıkarmaz...
***
Mavi
Marmara Davası’nda dokuz vatandaşımızı katleden belli: İsrail.
Ama bir de o insanlarımızın ‘öldürülmesine yol açan ortamı yaratanlar’ var, onlar kim acaba?
Türkiye kamuoyu, o süreçte insanlarımızın bu kadar rahatça öldürülmesini olanaklı kılan ortamı kimlerin neden ve nasıl yarattığını henüz bilmiyor, bilirse İsrail’in peşine düştüğü gibi onların da peşine muhakkak düşecektir...
***
Bir son soru da şu: Burnumuzun dibinde Suriye’deki Esat rejimi kendi halkını katletmeye devam ediyor, neden kimse
Lazkiye Limanı’na doğru ‘insani
yardım’ düşünmüyor?
Böyle bir girişim hem çok yerinde, hem de çok insani ve vicdani olmaz mıydı?
***
Başta söyledim, konu
dış politika olunca, devlet ve siyaset tarafından acımasızca kandırılmaya çalışılan tecrübeli bir
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak hep endişelenirim...
Bilirim ki dışarıda zorluk artıkça içerde salçalı hamaset rekor kırar...