Anlaşılan sâdece yaz çok sıcak geçmedi, sonbahar da öyle geçecek. İsrâil’le
Türkiye arasında patlak veren ihtilâf, ki aslında bunun için “su yüzüne çıkan” demek daha doğru olur, bunun en yeni delîli. İsrâil “normal” bir devlet olmayı içine sindiremedikçe giderek izole olması da kaçınılmaz gözüküyor. Anlaşılan hâlihazırdaki İsrâil yöneticilerinin zihinleri bir fikr-i sâbitin esîri. Tıpkı Tevrat’da yazıldığı üzere Yahudilerin bir “kavm-i müreccâh” (Tanrı tarafından seçilmiş, tercîh edilmiş kavim) olduğu ve bunun politikada da geçdiği zehâbındalar. Yanıldıklarını târih onlara ergeç gösterecek ama bu arada çok ülkeye ve netîceten kendilerine de ağır bedellere mâlolacak bu! Keşke İsrâilli yöneticiler böylesine çapsız olmasalardı. Buna muvâzî olarak Türkiye, “
Palmer Raporu” adlı soytarılıkla BM denen örgütün hak ve hukuk bağlamında gerçek seciyesini (kimbilir kaçıncı kez!) bir daha görme fırsatını elde etdi.
Öte yandan olumlu gelişmeleri de atlamamak gerek. Bunlardan bence en önemlisi, Hükûmet’in geçen hafta târihî bir karâr alarak gasbedilen
azınlık vakıf mallarını geri verme yolunu açması oldu. Böylece Türkiye’yi bir “eşkıyâ devlet” olma ayıbından kurtarmış oldu bu
kabine! Bu öylesine önemli ki daha 36 saat geçmeden Cumâ günü “Rum Evrensel Federasyonu” Genel Başkanı Prof. Niko Uzunoğlu bir açıklama yaparak 1960’lı yıllarda İsmet Paşa’nın inisiyatifiyle ve son derece ağır şart-lar altında Türkiye’den kovu-lan 60.000 Rumun bugün sayıları 120.000’e varan çocuk ve torunları “vatanlarına” geri dönmek istiyor meâlinde konuşdu. O vatan Türkiye’dir,
İstanbuldur!
Eski bir İstanbullu âilenin çocuğu olarak bu gelişmeden en çok memnûniyet duyanlardan biri de ben’im. Bu sevincin biri sübjektif öbürü objektif olmak üzere iki sebebi var.
Sübjektif sebeb biyografimle ilgili. Ben
Rumlarla berâber yaşadım, onlarla arkadaşlık ve hergelelik etdim. O bakımdan Rumsuz bir İstanbul bana hep biraz yavan gelmişdir. Tıpkı Ermenisiz bir İstanbul gibi ama o bahs-i dîger.
Objektif sebeb ise hem târihle hem devletler hukûkuy-la ilgili:
“Rum” Doğu Romalı demekdir!
Onun için
Yunanlılar ve Rumlar aynı kavim bile değildirler. Onu aynı kavim sanmak bizim cehâletimizdir! Doğu Roma’nın dili Yunanca olduğu için bugün bu hatâ işlenmek- dedir. Oysa yakın târihe kadar
Osmanlı Türkleri, yâni
dede- lerimiz kendilerine “Ehl-i Rûm” derlerdi, yâni Doğu Roma Halkı!
Osmanlı İmparatorları ise kendilerini “Sultân-ı İqlîm-i Rûm” olarak tavsîf ederlerdi, yâni Doğu Roma Sultânı!
Bunları bilince Türkiye neden Rumların da anavatanıdır anlarsınız. Üstelik onlar, daha biz Anadolu’ya gelmeden önce de bin küsur yıldır buradaydılar! Türkçesi Türkiye’nin bizden de kıdemli vatandaşlarıdır.
Daha önce de bu sütunda birkaç kere yazdığım üzere ben onların bu sebeblerden “avdet” etmelerini harâretle destekliyorum. Olmaz ya, tekmili dönse 15 milyonluk İstanbul’da 120.000 Rum olur. 1.800 de buradakiler, eder 121.800!
Korkmayın, bizi “ham” yapmazlar!