Hangimiz onun şiirlerinin büyüsüne kapılmadık?
Ya "Sisler Bulvarı"nda onunla yürüdük ya "Böyle bir sevmek görülmemiştir" diyerek biricik zannettiğimiz heyecanlarımızı onunla ifade etmeye çalıştık. Nedendir bilmem, "Ben sana mecburum" bestelendikten sonra şarkıların hiçbirini şiir kadar benimseyemedim. Belki de şiirin içindeki ahenk, kendi şiirsel melodisi bestelerden daha parlak gelmiştir bana...
Attila
İlhan'dan söz ettiğimi anlamışsınızdır, çağdaş Türk şiirinin en büyüklerinden son kaybettiğimiz "Nam-ı diğer Kaptan"ı. İlk şiirinin yayınlanışının üzerinden 70 yıl geçmiş. Onun şiirinde divan geleneğiyle yeniyi bir arada bulmanın tadını hissetmek, okuyucular açısından ayrı bir heyecan olmuştur.
Eski ve yeni
Doğrusu eskiyi ve yeniyi bu kadar özgün bir sentezde buluşturmak, çok farklı tarzlara sahip olsalar da iki şairimizin
Attila İlhan ve çağdaş şiirimizin yaşayan en büyük ozanı
Hilmi Yavuz'un ortak yönüdür. Bugün Attila İlhan'ın şiirlerinden değil, onun düşünce hayatımızda bıraktığı boşluktan söz edeceğim.
Birçok yönüyle düşüncelerini paylaşmasam da kendine has düşünce sistematiği olan, bunu sığ bir slogancılığın dışında entelektüel zenginlikle birleştirebilmiş bir düşünür olduğuna inanırım. Diyalektik materyalizmi, şabloncu bir tarihsel anlayışa dönüştürmenin yarattığı kısırlığı, bütün
eleştiri yazılarında örnekleriyle ortaya koymuş olan bir ustanın,
zihin emeği ve düşünce gücüyle kendi gerçeğine yaklaşma çabasını, şiirinden romanlarına, fikir yazılarına kadar tutarlı bir şekilde yansıttığını görürüz.
Türkiye'nin toplumsal gelişme sürecinin Batı'ya göre farklılığını, ölene kadar ısrarla savunduğu diyalektik anlayışıyla sergilemeye çalışmıştır. Attila İlhan bir aydın olarak,
yerli olanla evrensel olanı birleştirmeye çalışırken, yerli olanın gerçek, evrensel olanın teori ya da bilim olduğundan hareketle, bu arayışını her alanda sürdürmüştür. Onun romanlarındaki kahramanları, filmlerindeki diyalogları, hep bu arayışı dile getirir.
Türk solunun, neredeyse tarihinin önemli bir kısmında fikir adamı olarak, şu veya bu düzeyde aktör olarak yer almıştır. 1970'lerin sonunda dönemin sosyalist diye bilinen gazetesinde, gençleri silahlı çatışmaya
teşvik eden, kışkırtan, dönemin sağ-sol çatışmasını bir içi savaşa dönüştürmede oldukça katkısı olan, sosyalist diye bilinen bazılarını eleştirip, onların bu tavırlarının sosyalizmle neden hiçbir alakası olmadığını deşifre edip, teorik olarak mahkûm ettiği için, bir gün yazdığı köşede, yazısı yerine "Attila İlhan, gazetemizin siyasetine uygun yazmadığı için yazılarına son verilmiştir" ibaresi yer almıştır.
Hangi adam?
Adam olmak zor zamanda, zor durumda ağır bir bedel ödemeyi göze alarak konuşmak ya da tavır koymak olarak ta tanımlanabilir. O gün Attila İlhan, solu ya da solculuğu, şimdilerde ortaya çıkan Ergenekonvari yapıların tezgâhladığı bir çatışma ortamının temsil etmeye hakkı olmadığını söylerken, aslında bütün o fanatik grupları, fraksiyonları karşısına almış oluyordu. Hatta "
Savaş Yolu" diye
dergi çıkaran, her sayısında birinin adresini ve resimlerini yayınlayarak
hedef gösteren, bu cinayetlerden beslenenlerin bulunduğu bir ortamda, onun nasıl insani ve ahlaki bir tutum sergilediği anlaşılabilir.
Attila İlhan sadece şiiriyle değil düşünce yazılarıyla, romanlarıyla Türkiye'de yerli bir sol arayışına girecek kadar medeni cesareti olan, düşünce gücüne güvenen, yaratıcı bir aydındır.
Onunla farklı dünya görüşlerine sahip olanlar bile "Dersaadet'te
Sabah Ezanları"yla uyanıp, "O Sarışın Kurt"la karşılaşıp, "Sultan Galiyev"le Sovyet sosyalizminin Stalin'le Türk dünyasında nasıl bir vahşete yol açtığını görebilir, "O Karanlıkta Biz"im kim olduğumuzu anlayabilirler.