Yaşanan hadiseler Türkiye'de bir
sistem restorasyonunun ne kadar zor olduğunu gözler önüne seriyor.
Bir yerden bakıldığında "
AK Parti 9 yılda ne yapabildi ki" diye sorgulanabilirken, bir yerden bakıldığında "sistem elden gidiyor" yorumları görülebiliyor.
Zor mesele.
Hükümetin e-
muhtıra diye niteleyip, mukabilinde bir tür
demokrasi manifestosu verdiği 27
Nisan 2007 gece yarısı bildirisi ancak 4 yıl sonra
Genelkurmay Sitesi'nden kaldırılabiliyor. O da, komuta heyetinin
istifa depreminin ardından...
Hükümet istemez miydi, o muhtırayı o gece o siteden kaldırtıp, onu yayınlayan kurumun tüm sorumlularını hesaba çekmeyi? Oysa hâlâ sorumlular hesaba çekilemiyor, muhtırayı oradan kaldırmak başarı sayılıyor.
AK Parti
iktidarının ancak 9'uncu yılında Yüksek
Askeri Şûra'da Baş
bakan ve Genelkurmay Başkanları
protokol nizamında demokratik çerçeveye oturabiliyorlar. "35'inci madde olmasa da biz bildiğimizi okuruz" diyen bir komuta heyetinin rest niteliğindeki istifasının ardından...
MGK'da oturma nizamı ancak Gül'ün cumhurbaşkanlığının 4'üncü yılında yeniden tanzim edilebiliyor. Cumhurbaşkanı, başkomutan olduğunu ancak 4'üncü yılında askere kabul ettirebiliyor.
Nerelerden gelmişiz buralara?
Askerin
cumhurbaşkanına cephe selamı vermediği günlerden...
Askerin iktidarın daha ilk yılında
darbe planları ile meşgul olmasından...
AK Parti'ye iktidardayken
kapatma davası açılmasından...
Başbakan'ın, başörtülü eşiyle Cumhurbaşkanı Sezer'in resepsiyonuna kabul edilmediği günlerden...
Askerin, cumhurbaşkanının eşiyle tokalaşmamak için köşe kapmaca oynadığı günlerden...
Bunlar AK Parti iktidarında gene de Türkiye'nin görece ve AB zoruyla demokratikleştiği günlerin hadiseleri...
Daha evvele gittiğinizde başbakan ve bakan asmalar var.
Başbakana şapkasını alıp gitme tercihinin düştüğü muhtıra zamanları var.
Hükümetlerin asker iradesiyle devrildiği,
Meclis'in kapatıldığı, partilerin kapısına
kilit vurulduğu, parti liderlerinin sürgüne gönderildiği zamanlar var.
Post-
modern darbe zamanları var.
Gazetecilerin andıçlandığı, köşelere pranga vurulduğu zamanlar var.
Gene de,
Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının bir hayli dirençli çıktığına
tanık oluyoruz şu 9 senede...
Bu kadro üç dönem iktidar olacak, bu kadro içinden cumhurbaşkanı çıkacak, bu kadro yargıyı, askeri brifingler yargısı olmaktan çıkaracak, bu kadro yargı destekli 367 belasını defedecek, bu kadro Meclis'in 411 kişilik iradesiyle gerçekleştirilemeyen başörtüsü özgürlüğüne, fiilen de olsa bir nefes borusu açacak...
Başlı başına bu bile, bir boyutu fiilen de olsa, gerçekleşmiş bir sistem restorasyonu olarak, kayda değer bir başarıdır.
Demirel, Ecevit vs... Kurt politikacılar olarak kaç kere kurulu düzenin arkasındaki askeri iradenin kurbanı oldular.
En son Demirel, üstelik cumhurbaşkanı olduktan sonra, siyasi anlamda
forma değiştirdi.
Ecevit, ahir ömründe kurulu düzenin sillelerini yedi ve neredeyse diri diri toprağa gömülecekti.
Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan,
Bülent Arınç,
Cemil Çiçek, Demirel'e, Ecevit'e göre ikinci nesil, hatta "toy" politikacılar olarak görülebilirdi.
Ne diyor Kılıçdaroğlu?
"Cemil Çiçek de Meclis Başkanlığı'nda tıpkı Demirel gibi olsun!" Yani forma değiştirsin.
Böyle olmuş hep. Ama bu formatı bu kadro bozdu. Kendini kurulu düzenin her kuşatmasından, siyasi, askeri, yargısal, medyatik ve
ekonomik kuşatmasından korudu, üstelik karşı hamlelerle Türkiye'yi farklı bir noktaya getirdi.
Bugün artık AK Parti'den bir sistem restorasyonu isteyebiliyoruz çünkü onu başarabilecek bir irade ve kudret noktasına gelindiğine inanıyoruz.
Bu ideal ölçüde gerçekleşti mi?
Henüz değil.
Bakınız, Cumhurbaşkanı Gül "protokol düzenlemeleri" için açıklama yapıyor, "Tüm bunlar Genelkurmay Başkanı'nın teklifi ile gerçekleşti" diyor. Demek iş ancak o iradenin de katkısıyla kolaylaşıyor.
Bir noktaya gelindiğinde belki
demokratikleşme ivmesi yükselecek ama oraya kadar teenni ile, suhuletle gidilmesi de bence basiret gereğidir. Geç olsun da güç olmasın denir ya aynen öyle...