Hasan
Cemal bir süredir ortalıkta yoktu; tatilini ‘
mavi yolculuk’ yaparak geçirdiği zehabına kapılmıştım. Değilmiş. “Geceli gündüzlü yeni kitabım üzerinde çalışarak geçirdim bu yazı” dedi bana. Kitaba noktayı nihayet koymuş. Bu hafta yazılarına da başlayacak.
Eski
Genelkurmay Başkanı
Org. Işık Koşaner’in komutanlar önünde yaptığı konuşmada anlattıklarını işittiğim andan itibaren üzerimdeki şaşkınlığı atabilmiş değilim. “Durumumuz tam bir kepazelik” tespitinin arkasında yatan sebebin 27
Mayıs (1960) darbesiyle ordu içine sokulan ‘
siyaset virüsü’ olduğunun elbette farkındayım. Sadece şimdi değil, geçmişte de farkındaydım bunun... Ancak yine de, kendi kendime, “Neden, neden, neden?” diye sormaktan kendimi alamıyorum.
Rastgele açıp karşıma çıkanı aktarmak üzere iki kitap seçtim. İlki
Hasan Cemal’in altbaşlığı “Ey
Asker, Siyasete Karışma!” olan ‘Türkiye’nin Asker Sorunu’ kitabı. Aslında kitap baştan aşağı Koşaner’in ‘özeleştirileri’ni doğrular nitelikte; o duruma nasıl geldiğimizin ipuçlarıyla dolu...
Kitabı ortasından açınca (s. 325), karşıma, “
Mesut Yılmaz yakınıyor: Böyle
demokrasi olur mu, asker söylüyor, basın yazıyor!” ara başlığı düşülmiş 20
Şubat 1997 tarihli not çıktı. 28 Şubat’a gidilen kritik gelişmelerin yaşandığı bir dönemde,
ANAP lideri
Mesut Yılmaz’la yemek masasında buluşmuş Hasan Cemal.
Şunları anlatmış Mesut Yılmaz: “Sincan’daki tankların yürüyüşünden
Karadayı Paşa’nın haberi yoktu. Komuta kademesinin tepesinde uyum yok. Geçen ay Gölcük’teki toplantıyı bunun için yaptılar. Karadayı Paşa daha zamana yaymak istiyor işi. Ağustosta güçleneceğini düşünüyor, kendi takımını getireceği için... Ahmet Çörekçi (Hava kuvvetleri komutanı),
Teoman Koman (Jandarma genel komutanı) ve
Çevik Bir (Genelkurmay ikinci başkanı) gidecekler...
Çevik Bir en şahini...” ANAP lideri sanki her an askerlerle temas halinde... Lâfı
Demirel ile Ecevit’e de getiriyor: “Demirel’e de tam güvenmiyor komutanlar... Ecevit’e de öyle... Akşam söz veriyor, Rahşan’la görüştükten sonra ertesi sabah vazgeçiyor diyorlar. Bu arada Demirel’in de kendi oyunu var gibi. Bütün bu olup bitenden
istifa ederek Fransa’dakine benzer bir yarı-
başkanlık sistemine gitmek gibi...”
“Böyle demokrasi olur mu? Asker söylüyor, basın da yazıyor” demiş Mesut Yılmaz...
Ne güzel değil mi? 1997 yılı başında bambaşka bir
komuta kademesi vardı, ama konulara yaklaşımlar hep aynı: Koordinasyon bozukluğu... Siyaset merakı... Paşalar kavgası... Kadroculuk... Tabii askerin emrindeki basın...
Mehmet Ali
Birand yakınlarını üzen bir dizi
ameliyat geçirdi, şimdi dinleniyor. Yakında haberin başındaki yerini alacak. ‘Asker’ konusunu ilk ele alanlardandır o; bu sebeple de askeri mahkemede yargılandığını biliyorum.
Birand’ın ilk baskısı 1986 yılında yapılmış ‘Emret Komutanım’ kitabından rastgele açtığım sayfanın (s. 337) altlarında “Paşa eşinin de rütbesi artar” başlıklı bir bölümü okumaya başladım: “Generallik basamağına gelen ve orada da her dört yılda bir yeni rütbe almaya başlayan generalin eşinin de rütbesi artar. (..) Generallerde olduğu gibi, bir
paşa eşinin yaşantısı da, hem ordu içinde, hem dış dünyada farklılaşır:
“Arabayla bir yerden bir yere giderken, bir
subay davetine girerken saygı gösterenlerin, durup hemen yer verenlerin sayısı tabii ki birdenbire arttı. Bizdeki geleneğe göre, eşe gösterilen rütbe saygısı aynen hanımlara da gösterilir. Meselâ,
tugay komutanıydık. Artık berberde sıra beklemez olmuştum. Hatta gerekirse kuaförü lojmanıma dahi çağırabiliyordum... Çay veya yemek davetleri de birden artıverdi. Oturduğunuz yer de kocanızın rütbesine göre değişir. En baş köşeye alınırsınız. Ancak siz tuğgeneral iseniz, korgeneralin eşinin önüne de hiçbir şekilde geçemezsiniz.” İyi okumalar...