Paşa'nın itirafı, askerin itibarı


Asker, asker olalı böyle itiraf görmedi. Siviller de, en üst rütbeden bu denli ifşaata rastlamadı. Meğer neler neler yaşanmış da hiçbirinin farkına varmamışız. Sokakta duyduğumuzda pek çoğumuzun 'çirkin dedikodu' deyip geçeceği iddiaları daha düne kadar Genelkurmay başkanlığı yapan Işık Koşaner dile getiriyor. Terörle mücadelede nasıl korkunç hataların yapıldığını, panik içinde hareket eden askerimizin kendi silah arkadaşını alnından vurduğunu, sınır karakollarını korumada ordumuzun aciz kaldığını, yüksek teknolojiye sahip olmamıza rağmen imkânlarımızın kullanılmadığını; ve daha pek çok acı gerçeği kamuoyu eski Genelkurmay Başkanı'nın ağzından dinlemiş oldu. İnanın, internete düşen ses kaydına Işık Paşa'dan bir itiraz gelmesini çok arzu ettim. Bekledim ki, "O ses kaydındaki kişi ben değilim!" desin. Öyle olmadı. Ve arkasından yeni bir kayıt internete düştü. Bu seferki itiraflar öncekinden geri değildi. Hatta bir bakıma daha üzücüydü. Işık Paşa önce derin bir sessizliğe sığındı. Günler sonra yaptığı açıklama ise tam bir skandaldı. İkinci itiraf kasetlerine göre Paşa "35. madde kalksa bile..." deyip darbe yapma haklarının devam ettiğini telkin ediyordu. Subay arkadaşlarıyla hasbıhal eden bir Genelkurmay başkanının, "Yasalar dışında hareket ettik, hep böyle olacak zannettik." demesinden daha büyük bir itiraf düşünebiliyor musunuz? Adama demezler mi: "Madem öyle, neden hâlâ 35. maddeden hareketle en büyük insanlık suçu olan darbeyi aslî işiniz zannediyorsunuz?" Ya Sayıştay hakkında söylediklerine ne demeli? Resmen skandal! Paşa, Sayıştay Yasası'nın değişmesiyle ortaya çıkacak denetimden niye bu kadar korkuyor? Neden "Bundan sonra para işleri ciddi!" uyarısı yapıyor. Ombudsmanlık sisteminden duyduğu rahatsızlığın manasını çözmek için "Yasaların dışına çıktık..." lafını doğru anlamak gerekiyor. Işık Paşa'nın itirafları medyada büyük yankı uyandırdı. Bazı meslektaşlarımız, "Vay be! Genelkurmay başkanını bile dinlemişler!" demek suretiyle önce bir saygı duruşunda bulundu; sonra işi biraz da saflığa vurarak Paşa'nın söylediği sözlere satır satır yer verdi. Bazı gazete ve TV'ler önce çekingen davrandı ama ikinci itiraf sonrasında onların da dilinin bağı çözüldü. Çünkü Paşa'nın itiraflarını görmeyen gazete, gazete olamazdı, gazeteci de gazeteci kalamazdı... Onca tartışmadan geriye hayatî bir sual kaldı: İtiraf, itibarı sarsar mı? Yani 'gözbebeğimiz' deyip göklere çıkardığımız TSK, bu itiraflardan sonra karizmayı tamamen çizdirmiş mi oldu? Yapılan yanlışların ve beceriksizliklerin kamu vicdanında açtığı yara TSK'nın 2 bin yıllık onurunu kırdı mı? Herkesin kendine göre bir cevabı olabilir; ancak gerçeğin özü şudur: İtiraflar fevkalade ciddi ve üzücü. O vahim itirafları dinlerken insanın kalbi sıkışıyor, damarında kanı donuyor. Ancak uzun süreden beri hasıraltı ettiğimiz gerçeklerle yüz yüze gelmek, yeni bir dönemin başlamasına sebep olacaksa bu utanç tablosuna katlanmak zorundayız. Vaziyet bu! Demek ki malum terör örgütü onlarca yıldır bu yüzden çökertilemiyormuş, demek ki demokratikleşme adına atılan adımlara rağmen hâlâ bu ülkede darbeyi meşru gören Genelkurmay başkanları görev yapıyormuş, demek ki asker-sivil ilişkilerindeki kara delikler kanun dışı yapılanmayı besliyormuş... Kısa vadede itibar kaybı yaşanır şüphesiz; ancak bu saatten sonra doğru adımlar atılırsa hem ordumuz hem ülkemiz uzun dönemde itibar kazanır. İtiraflar, dibe vurmanın son fotoğrafıdır. Bu noktadan sonra hem aslî görevini doğru yapan, hem de demokrasiye ve insan hayatına saygılı bir ordu için canla başla çalışmalar yapılabilir. Siyasetten arındırılmış ve aslî vazifesine sımsıkı sarılmış bir orduyu bu millet bağrına basacaktır. Yeter ki kriz, fırsata dönüştürülsün ve kurumsal itibar ülkenin itibarının önünde gözetilmesin; çünkü siyasete boğazına kadar batmış darbeci bir görüntü veren ordu sadece kendine değil, bütün ülkeye zarar vermektedir... Koşaner Paşa'nın özrü kabahatinden büyük Ses kayıtları internet sitesinde yayınlandıktan sonra Işık Koşaner sessiz kalmayı tercih etti. Ancak konuşmalar manşetlerden inmeyince Paşa açıklama yapma ihtiyacı hissetti. Kayıtlardaki sesin kendisine ait olduğunu kabul eden eski Genelkurmay Başkanı "Sözlerimin arkasındayım!" diyerek meseleye yeni bir boyut kazandırdı. Daha doğrusu Paşa, onurlu bir çıkış yapacağım derken hem kendini hem ordumuzu ateşin içine attı. Paşa ya ne söylediğinin farkında değil; ya da söylediği sözlerin sonuçlarını henüz anlamış değil. Millet infial içinde, Paşa hâlâ üst perdeden ahkâm kesme sevdasında. En tepedeki komutan terörle mücadeledeki aczini itiraf etmiş oldu. Yanlışlıkla bile olsa, kendi yavrularımızı vurduğumuzu kabullendi. Kanun dışına çıkıldığını beyan edip "Hep böyle gideceğini zannettik..." dedi. Ombudsmanlık sisteminin ve Sayıştay'ın yapacağı denetimleri engellemek istediklerini faş etmiş oldu. Darbecilerin, gölgesine sığındığı 35. maddenin gerekliliğini savundu ve o madde olmasa bile görevleri olduğunu (darbe görevi!) söyledi. Madem Işık Paşa, "Sözlerimin arkasındayım!" demiş ona şu basit soruyu sormak şart oldu: Madem samimi itiraflarınız bu kadar açık ve net gerçeklerin altını çiziyor, neden bu itirafları kamuoyu huzurunda yapmadınız? Özel (belki de gizli) toplantılarda söylediğiniz sözlerden gurur duyuyorsanız bu fikirleri canlı yayında kamuoyuyla paylaşın. Şehit yakınlarına ne diyeceksiniz mesela merak ediyorum. Milyonlarca insanın karşısına çıkıp darbelerin meşruiyetini savunun da görelim, fikirleriniz ne kadar tutarlı... Olmadı Paşa'm! Özrünüz kabahatinizden büyük... Demek ki oluyormuş Hararetli gündem arasında kaybolup giden bir bilgiyi hatırlatmakta fayda görüyorum. Hafta içinde PKK'nın, bir sızma hareketi yaptığı ve geçmişteki sınır karakolu baskını gibi bir hazırlık yaptığı anlaşıldı. Dağlıca'nın, Aktütün'ün, Hantepe'nin vs. acısı hâlâ yüreğimizde. Aylarca şu soru soruldu: Adamlar katırlarla onca mühimmatı dağa çıkarırken TSK'nın imkânları ne güne duruyor? Bu adamlar neden tespit edilemiyor ve imha edilemiyor? Bu sefer öyle olmadı. Yeni bir terör saldırısı için hazırlık yapan örgütü son teknolojiyle teçhiz edilmiş Heronlar tespit etti ve kalleş pusu başlamadan bitti. Demek ki istenir ve sıkı takip edilirse terörün çanına ot tıkamak mümkün. Vaktiyle 30 merkezden saldırı hazırlıkları ve saldırı anı görüntülendiği halde hadiseye vaktinde müdahale edilemiyordu. Demek bazı şeyler değişiyor; dikkatler artıyor, daha seri müdahale için yetki ve inisiyatif alınabiliyor. Milletin de beklediği budur. Çok mu şey istiyor bu millet! PANORAMA BDP'ye geçen hafta ağır eleştiriler yöneltmiş, hiç olmazsa bazı vekillerin terör saldırıları karşısında bir şeyler söylemesi gerektiğini, örgüte yönelik eleştiriler yapılmasının zaruret olduğunu yazmıştım. Pek çok yazar da bu ihtiyaca işaret etmişti. Hafta içinde BDP milletvekillerinden Sırrı Süreyya Önder ile Ertuğrul Kürkçü ortak bir açıklama yaptı. "Partiden izin almadık..." diyerek yaptıkları açıklamayı da eleştirebilirsiniz; ancak yine de önemli bir hamle yapıldığını kabul etmek gerekiyor. Tunus ve Mısır'dan sonra Lib-ya'da da beklenen oldu, halk ayaklanması 42 yıllık Kaddafi döneminin zulmünü sona erdirdi. Suriye, kan dökerek akıbetini ötelemeye çalışıyor. İran destekli bu zulüm ne zamana kadar sürer bilinmez; ancak görünen o ki onlarca yıldır süren hiçbir diktatörlük ayakta kalamayacak. Ya yeni gelenler? Bir plan dâhilinde özgürlük taleplerinin ötelenmediğinden ve halkın yeni bir figürle bir müddet daha hipnoz edilmediğinden kim emin olabilir? Ombudsmanlık sistemi ile ilgili yasa görüşülürken o dönemde bir bakanın, TSK'nın kapsam dışı bırakılması ile ilgili kritik müdahalede bulunduğu haberini yayımlamıştık. Işık Koşaner'in itirafları arasında ombudsmanlık sistemi ile ilgili tuhaf ve kabul edilemez sözleri okuyunca o haberi hatırladım. Askerin iç denetimden bu kadar çekinmesinin psikolojisini (belki) anlamak mümkün; peki ya dünyadaki uygulamaların aksine TSK'yı denetim dışı bırakmak için Meclis'te çalışma yürüten siyasetçiye ne demeli?
<< Önceki Haber Paşa'nın itirafı, askerin itibarı Sonraki Haber >>

Haber Etiketleri:
ÖNE ÇIKAN HABERLER