Bir
Avrupa ülkesi cumhurbaşkanının verdiği özel yemekteyiz. Karşımda oturan
Amerika'nın o ülkedeki eski büyükelçisine sohbetin bir noktasında soruyorum: Sovyetler'in dağılmasından sonra Orta
Asya'da
Rusya'yla giriştiğiniz
rekabeti artık tamamen kaybettiğinizi düşünüyor musunuz?
Eski büyükelçinin cevabı şaşırtacak kadar net, dürüst ve yalın: "We never had a chance" (Hiç şansımız olmamıştı ki).
Ben tekrar soruyorum; bu defa şaşırma sırası büyükelçide: "Rusya'nın ABD'yi
işbirliği için
Orta Asya'ya tekrar davet edebileceğini düşündünüz mü?"
Sorumun temelinde Çin'in Latin Amerika'dan Avru-pa'ya, giderek artan etkisi yatıyor. Bu etki hızla büyüyor ancak seviye olarak düşük olduğu için henüz birkaç ülke hariç (kim olduklarını siz tahmin edin) pek kimsenin
radar ekranında
alarm vermiyor.
Çin'in yayılması
Bu sene içinde, adını "Çin'in ikinci nesil yayılması" koyduğum trend hakkında bu köşede bir yazı yayınlanmıştı. "Birinci nesil yayılma"
ihraç malları ve dağıtım kanallarını temel alırken, Çin'in ikinci nesil yayılması güçlü sanayi kesimine tedarik zincirlerinin oluşturulmasını
hedef alıyordu. Moğolistan'dan Avustralya'ya, oradan da
Afrika ve Latin Amerika'ya kadar Çin, birçok
hammadde üreticisi ülkeyle doğrudan ilişki kuruyor. Dolayısıyla bazı ülkeleri sadece
ürün piyasaları dağıtım ağları üzerinden, diğerlerini ise hem dağıtım hem de tedarik ağları üzerinden hinterlandına alıyor Çin.
Orta Asya, yani soydaşlarımızın diyarları, Çin yayılması açısından önem taşıyor. Öncelikle, bu ülkelerde hem hammadde kaynakları bulunuyor hem de Çin malları için
pazar niteliği taşıyorlar. Dahası, bu ülkeler, Asya kütlesinin tam merkezinde yer alıyorlar;
ekonomik olduğu kadar siyasi olarak da kritik önem taşıyorlar.
Çin'in ekonomik ağırlığı ve
üretim merkezleri
doğu kıyısında yoğunlaşmış durumda. Ancak
batı sınırlarını oluşturan
Doğu Türkistan (Çinlilerin '
Sincan' yani sonradan ilhak edilen topraklar dedikleri) hem zengin tabii kaynaklara sahip hem de Orta Asya ile Çin'in sınırlarını oluşturuyor.
Bu bölgede, Çin nüfusuna göre oldukça az (20 milyon) Uygur Türk'ü yaşıyor. Kaşgarlı Mahmut'un vatanı olan bu topraklarda Çin, ekonomik
teşviklerden oluşan bir iskan politikasıyla Çin asıllı nüfusun bölgeye göç ederek yerleşmesini sağlamak istiyor.
Ekonomik teşviklerin merkezinde bölgenin bir reeksport merkezi olması fikri yatıyor. Yani Çin'in doğusunda üretilen malların
küçük katma değerler eklenerek Asya'ya satılması planlanıyor. Bu katma değerin oluşturacağı ekonomi Çin asıllıların bölgeye göçünü teşvik edecek ve Türk asıllı nüfus azınlıkta kalacak. Bu arada
demir yumruk da yine Türk asıllı nüfusun üzerinde sallanmaya devam edecek.
Orta Asya'da Rusya-Amerika-Çin rekabeti
Böyle bir ortamda önceki iki
rakip (ABD ve Rusya) Çin'in Orta Asya'ya karşı giderek artan ilgisi ve etkisi karşısında işbirliği yapacak mı?
Muhtemel bir
senaryo.
Çin'in dünyaya siyasi yayılımı büyük ölçüde finansal gücünden
destek alarak gerçekleşiyor.
Yunan bonolarına gösterdiği destek ve ilgi bunun göstergesiydi. Çin kesenin ağzını Orta Asya'da da açacak. Bu finansal gücü tabii kaynak zengini ve ihtiraslı Rusya'nınki bir ölçüde dengeleyebilir. Ancak Rusya'nın hem siyasi hem askeri açıdan Çin ile rekabet etmesi zor. Dolayısıyla denklemde ABD'ye de ihtiyaç var.
Türkiye
Türkiye de tarihi ve akrabalık ilişkilerinin olduğu Orta Asya'da önemli bir
oyuncu haline gelebilir. Eğer gelemezse hem önemli bir ilişki platformundan mahrum kalır hem de "ilerleyemediği için geride kalır".
Gelişmeler ülkemizin Orta Asya politikasını gözden geçirmesini ve dinamizmini artırmasını gerektiriyor. Orta Asya politikası ise artık, Rusya kadar Çin'i de kapsamadıkça bütüncüllüğünü ve sürdürülebilirliğini kaybedecek. Dolayısıyla, Türkiye'ye bir Çin politikası gerekiyor. Denklemi Amerika daha da karmaşık hale getiriyor.