Amansız ayazdan ötürü
keman teli gibi gerilip çıtır çıtır kırılmaya ramak kalmış çelik raylara güç belâ tutunarak oflaya puflaya rampaya saran lokomotif tam düzlüğü tutmuşken koca katar, âniden önüne çıkıveren
tünelin karanlığına dalıverdi.
Kompartman lambalarının cılız, titrek ve sarı ışıkları yandığında yolcular, birbirlerinin yorgun ve soluk yüzlerini gördüler. Tünel çeperlerinde çatırdayarak ilerleyen
tekerlek sesleri, normal ritmine kavuştuğunda rahatladılar. İşte fecrin ilk ışıklarının
mavi-pembeye boyadığı bir aydınlık görünüyor. Tekerlekler
fren gıcırtısıyla yavaşlıyor. Ayazdan ötürü neredeyse yarım santim kalınlığında buz kristalleriyle kapanan camdan dışarıya göz atan yolcu,
-Bu
tren burda durmazdı, diye mırıldanıyor.
Tren durdu. Birkaç kısa düdük sesi.
Lokomotif nefesini toplarcasına derin bir istim boşalttı. Birkaç kapı açılıp kapandı. Uyuklayanlar, rahatsız başlarını yaslayabilecekleri sâbit bir yer bulmak insiyâkiyle kımıldandılar.
-Neresi burası, geldik mi anne?
-Bilmiyorum oğlum; birazdan söylerler, uyumana bak sen...
Burası
küçük bir
istasyon ve genellikle
posta trenleri ve marşandizler hariç
durak yeri bile sayılmıyor. İki taraftan yüksek ve dik yamacın eteğine geçici olarak sığınmış gibi duran istasyon binasının civarında demiryollarına ait olduğu anlaşılan birkaç yapı daha var.
Kara tren, karla ve buzla kaplı bu zorlu berzahta kapana sıkışmış gibi kımıldamadan duruyor.
Neden sonra birkaç yolcu aşağı indi. Konuşmalar duyuldu.
Kadın "Dıray" gibi bir kelime duydu; bunun anlamını biliyordu, demiryolcu karısıydı çünkü. İlk düşüncesi, "Yetişemeyeceğiz; burada kaldık" oldu. Birkaç dakika sonra haber netleşti. Eşi görülmemiş kar yağışı ilerde yolu kapatmış, bu yüzden bir yük treni raydan çıkmıştı. Kondüktör
vagonları gezerek yolculara bilgi verdi. Belirsiz bir zamana kadar buradaydılar. Lokomotif vagonlara sofaj, yani
ısıtıcı buhar vermeye devam edecekti, kimse merak etmesindi. Muhtemelen öğleye doğru karşı taraftan
yardım treni ve vinç gelmesi umuluyordu.
-Yahu bir dakika, bayram sabahındayız, ne olacak şimdi?
-Başa gelen çekilir yeğenim, yapacak bir şey yok.
Yaşlı adam, ayağının dibindeki ağzı mantarlı galonluk boş su
şişesini alıp pardesüsüne sarınarak aşağı indi. İstasyonun çeşmesi akmasına akıyor ama çevresine sıçrayan sular kalın ve parlak bir buz kitlesi yaptığı için dikkatle yaklaşmak lâzım. Şişe çatlar düşüncesiyle biraz bekledikten sonra suyunu doldurup rastladığı lacivert üniformalı adama yöneliyor,
-Abdest alacak bir yer bulunur mu?
-Vardı ama gaflet ettik, suyu dondu,
tuvalet istasyonun arkasında ama...
"Bu
abdesti ömrüm boyunca unutamam herhalde" diye geçiriyor içinden adam. Su, dayanılmaz derecede
soğuk. Dirseklerine kadar çemirlediği kollarından yüzünden buharlar yükseliyor; alelacele abdestini tamamlayıp ayaklarına mesh verdikten sonra koşar adım vagona canını zor atıyor. Bu esnada kendisini camdan seyreden bir kaç kişi daha çeşmeye yaklaşıp abdest aldı.
Yaşlı adam oturduğu yerde imâ ile
sabah namazını kılıyor.
Çocuk annesinin kulağına uzandı, "Bu amca ne yapıyor anne?"
-
Namaz kılıyor oğlum; sabah namazı, şimdi tam vakti.
-Benim çişim geldi ama...
Anayla oğul, tuvalet seferinden döndüklerinde
yaşlı adam, yol sepetinden ispirto ocağını çıkarıp tutuşturmuş, üstüne küçük bakır demliği oturtmuş bile. Üç bardağı var. Cam kenarındaki portatif masaya bir
gazete kağıdı serdikten sonra
bardakları,
şeker kavanozunu ve iki küçük çöreği yerleştiriyor. Kadın, olup biteni merakla seyrederken, "Burada beş kişiyiz ama üç bardak var; bakalım ne olacak?" diye düşünürken yakalıyor kendini; utanıyor. Yekinip kendi tedarik çantasından emaye su maşrapasını, dünden kalan iki pişmiş yumurtayı ve annesine götürmeyi umduğu bir kavanoz dolusu ev kıymasını çıkarıp adama uzatıyor.
Uyuyan iki yolcu, kaynamış suya atılan çay yapraklarının kokusuyla uyandılar. Ah ne keyif! Hazırlığı görünce onlar da nevâle çıkınlarını açıp sofraya katık ediyorlar. İki topak
peynir, mis gibi cevizli kete, üç
portakal.
Yaşlı adam, sanki yıllardır ahbaplarmış gibi, "Oo diyor, "Halil İbrahim sofrası oldu bizim yol azığımız. Haydi bakalım, bismillah, buyrun, âfiyet olsun"
Yolculardan
genç olanı, "
Allah razı olsun amca" diyor mahcûp, "Ne güzel bir sofra kurdun öyle.
Bayramınız mübârek olsun; verin elinizi öpeyim."
-Aman ne el öpmesi, utanırım. Yetişir...
-Bırakınız öpsün efendim; memleketimizin âdetidir. Hanım bacı senin de bayramın
mübarek olsun. Küçük adam sana da hayırlı bayramlar diyor öteki yolcu.
Bayramlaştılar. Hava artık enikonu aydınlık artık ama karşıdaki istasyon binasının üst katındaki perdeli pencerede hâlâ bir gaz lambası yandığını görebiliyorlar.
Yaşlı adam bütün ısrarlara rağmen öteki dert kişi en az ikişer bardak bitirene kadar çay içmeyi kabul etmedi. "Siz için, âfiyet olsun; ben de içerim. Suyumuz var, ispirtomuz var; yine demlerim; burada daha çok bekleyeceğiz anlaşılan" diyor.
-
Bizimkiler merak etmiştir şimdi; haberleri olur mu acaba trenin dıray yaptığından diye soruyor kadın. "Olmaz olur mu; hangi asırdayız hanım kızım; telgraf var,
telefon var. Öğrenmişlerdir istasyondan; sen rahat ol" diyor yaşlı adam. Sofra kaldırılacağı zaman genç adam, kirli bardakları dikkatle bir kesekağıdına koyarak istasyon çeşmesine götürüp yıkıyor. Döndüğünde elleri kıpkırmızı,
-Buydum buydum diye ellerini koynuna sokunca ötekiler gülümsüyor.
-Buymak ne demek anne?
-Yani çok üşümek donuyormuş gibi olmak diyor kadın.
-Bunlar ne ki diye başlıyor öteki yolcu, "Fî tarih Pülümür'deyim.
Sabah kalktım bir gariplik var. Ev iki katlı, altta katta yatıyorum.
Güneş bir türlü doğmuyor. Pencereden baktım birşey göremedim. Meğer kar ikinci kata kadar yağmış. Sokağa üst katın penceresinden çıktık. Telgraf direkleri bel hizasındaydı, inanmazsınız. Sonradan ahali sokakta tüneller açtı da evlerinden çıkabildiler. Dokuzyüz kırk üç müydü?
Kondüktör,
bilet kontrolü için geldiğinde yaptığı gibi sürgülü kapı camını tıklatıyor,
-Bayramınız kutlu olsun beyler hanımlar diyor. "Kusura bakmayın şekerimiz yok fakat dolabımda
kolonya vardı; almaz mısınız?"
Kolonya alınmaz mı? Erkekler bu jeste çok memnun oluyorlar. Kondüktörle tokalaştıkları yetmiyormuş gibi ayağa kalkıp sarmaş dolaş oluyor, birbirlerinin omzuna vuruyorlar. "Allah nice hayırlı bayramlara eriştirsin çoluğumuzla çocuğumuzla..."
Kondüktör yan kompartmana geçinde bizimkiler de kondüktörün peşine takılıp
konvoy hâlinde bayram mübârekine gidiyorlar,
-Ben de gideyim mi anne?
-Olmaz, sen daha küçüksün; otur yanıbaşımda...
Çocuk mahzun oluyor. Kadın dayanamıyor. "Amcanın elini bırakma ama!.." Oğlunu yaşlı adama tembih edince içi rahatladı sanki.
-Bu dağ başında da bayram oluveriyormuş demek ki diye geçiyor içinden. İçi ısınıyor, başını cama yaslayıp geleceğine dalıp gitti.
-Bu yetimin yüzünü güldürebilecek miyim; Rabbim, şu hayırlı vakitler hürmetine yardımını esirgeme benden...
Birisi cama vuruyor; bir kadın, başında atkısı, ayağında yün çorap, kara
lastik. "Gel, buyur" mânâsına gelen işaretler yapıyor. Cam yerinden kımıldamaz ki, vagon kapısına kadar yürüyecek,
-Ben istasyon şefinin eşiyim; bekleme salonunda çay demledim, hanımları davet ediyorum, buyurun bir çayımızı için sabah sabah...
Sair zamanlarda her girende sebepsiz bir kasvet duygusu uyandıran küçük, izbe yolcu salonu cıvıl cıvıl; camlar daha şimdiden ısınıp buğulanmış bile. Birbiriyle ilk defa karşılaşan tren yolcusu hanımlar çabucak sardırıveriyor, dertleşmeler, adres alıp vermeler,
-Görümcemin çocuğu olmuyor; ne olur dua edin, diyor birisi; öteki, "İki fincan sütü oda sıcaklığındaki margarinle çırptın mı?" diye devam ediyor, "Bizim çocuk bu sene öğretmen okulunu kazandı, yatılı okuyacak teyzesi" diye övünüyor bir başkası...
-Kalkıyor kalkıyor, aman kaçırmayalım, acele edelim...
-Acele etmeyin hanımlar diye sesleniyor şefin karısı; sizi bindirmeden gönderir miyiz; az evvel haber geldi, açmışlar yolu...
-Aa saat onbir olmuş!
-Çocuk çok zeki maşallah diyor yaşlı adam; büyük adam olacak belli bir şey.
-Tren hafifçe sarsılıyor, kımıldıyor, herkesin içine bayram sevincine denk bir neş'e yürüyor tekerleklerle beraber. İstasyon şefinin hanımı, el sallıyor,
-Dua edeceğim merak etme diye sesleniyor bir kadın tren penceresinden; oğlan olur inşallah bacım. Allah'a emanet olun; yolunuz düşerse beklerim...
Keyifli uzun bir düdük; tekerler buz gibi çelik raylarda neşeyle tıkırdamakta...