Hızlı
tren hayırlı olsun. Hükümetin ustalık döneminde demiryollarına ağırlık vereceğini biliyoruz. Son derece isabetlidir. İktisadi etkinliğin ve dolayısı ile
rekabetçiliğin olmazsa olmaz şartı olan altyapı yatırımları ülkemiz için hâlâ acil ev ödevi konumunda.
Yıllar önce
Şişecam genel müdürünü öğrencilerime vizyon versin diye yılın sonuna doğru sınıfıma davet etmiştim. 'İhracatımızı
karayolu ile yapıyoruz. Kapıkule'ye varmadan yüzde 20'si geri kalmış, E-5 Karayolu çukurlarında kırılıyor. Nasıl rekabet edeceksin? Çare Bulgaristan'da yatırım yapmak' demişti. Nitekim öyle de oldu.
Ekranlardan hızlı treni seyrederken aklıma 'tren gelir hoş gelir, ley ley leylim ley' türküsünden ziyade, 'kara tren gecikir, belki hiç gelmez' türküsü düştü. Çünkü tren gelse 'hoş olur' ancak, çoğu zaman 'gelmez'! Geçenlerde Türkiye'yi ziyaret edip gazetesinde övgü dolu
makale yayınlayan Amerikalı bir gazeteci, 'Türkiye'de trenler insanı çıldırtır' diye yazıyordu. 2011 yılında hâlâ zamanında gelmeyen, kirli, yavaş, personeli eğitimsiz, geçmişten kalma demiryollarından bahsediyor. (Allah'tan on sene evvelki, insanların geç saatte eve dönerken trenden aşağı atılıp öldürüldüğü
Gebze-
Haydarpaşa hattını hiç görmedi!) Neyse ki, hosteslerin adeta üstümüze atlayıp dövdüğü havayollarından sonra demiryollarında da makus talihimiz değişiyor.
Hızlı treni seyrederken bir de aklıma II.
Abdülhamit Han geldi. Hicaz Demiryolu başta olmak üzere
demiryoluna büyük yatırımlar yaptı. Eğitim dahil her alanda büyük projeler eşliğinde dev hamleler yaparak ülkenin makus talihini değiştirmenin eşiğine geldiğinde,
Balkan Savaşları'yla başlayan süreçte, ulusalcı ağabeyler her şeyi berbat etti.
Elbette o tarihte de halkımız treni hak ediyordu. Ömür tüketen hac vazifesi için Hicaz Demiryolu'na kim
itiraz edebilir? Şimdi 2.250 km'lik hızlı trenle sadece 24 saatte tâ Arap çöllerinin dibine inmiş olacağız. Büyük bir heyecan. Esasen gidemediğin yer senin değildir. Bir kere ülkene ulaşabilir olman gerek. Ancak bu demiryolları borçla yapıldı. Alet ve edevatı da tümüyle
ithaldi. Savaşlardan yorgun düşmüş, hazinesi tamtakır bir imparatorluk böylece iyice borç sarmalına girdi. Keza, demiryolları adeta Batı sömürgesinin Anadolu'nun kalbine sirayet etmesinin yollarını da açtı.
Günümüzde de 70 milyonluk devasa bir ülkede daha hiçbir şehrin tam metrosu yok. Böyle bir ülkede biraz fazla lüks kaçsa da insanımız bugün hızlı treni fazlasıyla hak ediyor.
Japonya'da bu sayede insanlar Nagoya'da oturup her gün Tokyo'ya işe gelebiliyordu.
Ankara-
İstanbul gibi. Şimdi Türkiye'nin her yeri için bunu
havayolu ile sağlıyoruz. Ailesini taşımaya, çocuklarını okuldan almaya gerek yok. Geri kalmış bölgelerde teşvikler artık işe yarayacak. Patron giderse, çalışanını da temin etmenin yerel koşullarına devletle birlikte yatırım yapacak demektir.
Japonya hızlı trenleri Alman'a, Amerikalıya
sipariş vermedi. Kendisi yaptı. Biz ise Kore'den getirtip Sakarya'da monte ettiriyoruz. İnsanımız dünyayı takip ediyor. Her şeyin en gelişmiş, en hızlı, en kolaylık sağlayanını istiyor. Lüksü de seviyor.
Tasarruf da etmiyor. Türkiye'de
AK Parti hükümeti bu
hizmetleri sağlıkta, iletişimde, ulaşımda, eğitimde, kısaca her alanda halkımızın önüne koyuyor. Bu sektörler de devasa adımlarla büyüyor. Ancak ulaşımda hızlı tren vagonunu, binek otomobilini, sağlıkta medikal
araç ve gereçlerini, iletişimde cep telefonunu, eğitimde bilgisayarı ve benzerlerini sürekli ithal ediyoruz. Halka hizmet götürmek için yaptığımız her hamle korkunç bir dışa
bağımlılık, ticaret açığı, cari açık, dış borç ile sonuçlanıyor.
Tüketime ve hizmetlere ait adımların
yerli üretim ayağı devreye sokulmaz ise Abdülhamit'in kara trenle başlattığı 'açık
pazar olma' sürecini biz
uçak ve hızlı trenle sadece derinleştirmiş olacağız. Erdoğan'ın hızlı treni ile Abdülhamit'in Hicaz demiryolu, dışa bağımlılık anlamında aynı yerde durduğumuzu gösteriyor.