Dün kabaca iki büyük
gündem maddesi vardı. İlki, iyice huzursuzlaşan ve huzursuzlaştıkça da
altın fiyatına rekorlar kırdıran piyasalar... İkincisi ise
Kaddafi’nin yolun sonuna gelmesiyle,
PKK sorununu da içine alarak yeniden gündemde ilk sıraya yükselen
Ortadoğu’daki alt üst oluş süreci...
***
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, önceki gün
Boğaziçi Köprüsü girişindeki
emniyet şeridinde yarım saat mola verip
İran Cumhurbaşkanı
Mahmud Ahmedinejad ile telefonda görüştüğü sırada,
Libya’da da
muhalif güçler pek bir direnişle karşılaşmadan Kaddafi’nin kalesi Trablus’a giriyorlardı... Başbakan Erdoğan’ın İran Cumhurbaşkanı ile epeydir ortalarda görünmeyen ve ısrarla İran’ın elinde bulunduğu iddia edilen PKK’lı Murat
Karayılan konusunu da konuştuğu söylentiler arasında. Libya’da ise Kaddafi’nin oğulları Seyfülislam ve
Muhammed Kaddafi’nin yakalandığı, Kaddafi’nin teslim olmasının da an meselesi olduğu söylenmekte... Anlaşılan o ki
Tunus ve
Mısır’dan sonra bir
diktatör daha gidiyor...
Önceki gece televizyondaki canlı yayında Türkiye’ye karşı tavırlı duran Beşir Esad’ın da bu akıbetten çok fazla kaçamayacağı anlaşılıyor... Aslında olup bitene daha geniş bir açıdan bakınca, Ortadoğu’nun radikal değişimine şahit olduğumuz bir tarih kesitindeyiz...
***
Bu arada dün
Radikal Gazetesi’nin yorum sayfasında yer verilen, bir
Katar gazetesinden alıntılanmış Seyid Ahmed El Hıdır imzalı bir yazıdaki, Türkiye’nin Ortadoğu, özellikle de Libya politikasıyla ilgili değerlendirmeler dikkatimi çekti:
“
Ankara, Libya’daki karışıklıkların ilk haftalarında cesur bir tutum sergiledi. NATO’nun müdahalesini kesin bir dille reddetti, devrimcilerin silahlandırılmasına ve hatta çekişme patlak vermeden bir gün önce Kaddafi’nin önemli adamlarından olan Mustafa Abdulcelil’in başını çektiği Geçici Konsey’i dahi tanımaya karşı çıktı. Fakat Batı’nın ve keza Arapların Kaddafi’nin görevi bırakması için güç kullanımına yönelmesi ve Arap sokaklarının Ankara’nın tutumundan rahatsız olması, AKP hükümetini en azından siyasi ve mali olarak desteklemeye sevk etti. Bu da şu gerçekleri gösteriyor: İlki, Türkiye’nin bölgede Batı’nın benimsediği yöntemin dışına çıkamayacağı.
İkincisiyse, Erdoğan’ın Arap halkları nezdinde
İslam dünyasındaki sorunların destekçisi, Gazze’deki ablukayı kaldıran ve belki de Kudüs’ü kurtarması beklenen halife imajını korumakla ilgilenmesi.”
***
Benim açımdan günün sürprizi ise geçtiğimiz Haziran’da
Arap Birliği Genel Sekreterliği’ndeki 10 yıllık görevinin ardından Mısır
Cumhurbaşkanlığı için
aday olan
Amr Musa’nın, Kahire’de verdiği
iftar yemeğinde Hürriyet’ten Muammer Elveren’e ‘Hedef 2’nci
Cumhuriyet’ demesi oldu...
Amr Musa herhangi biri değildir, 1990’da Mısır’ın
Birleşmiş Milletler’deki büyükelçisi oldu, 1991’den 2001’e kadar Mısır
Dışişleri Bakanı olarak görev yaptı, 2001 tarihinden bu yana da Arap Birliği Genel Sekreteri’ydi...
Dünya gidişatının nabzını elinde tutan birisi olarak söylediklerini, dünyanın Ortadoğu’daki nihai
hedefleri açısından dikkatle okudum.
Amr Musa, “
demokrasi,
kalkınma ve reform hedefiyle ikinci Mısır Arap Cumhuriyeti’ni kuracağız” diyor ve devam ediyordu: “Yepyeni bir anayasa ile demokratik temel hak ve özgürlükler temelinde Mısır’ı yeniden inşa etmemiz gerekir”...
***
Amr Musa’nın demecindeki ‘demokrasi, kalkınma, reform’ kelimelerinin altını bir kez, ‘demokratik temel hak ve özgürlükler’ ifadesinin altını ise iki kez çizdim... Çünkü Suriye’de, İran’da, devrilen Arap rejimlerinde ve Kaddafi rejiminde ‘temel hak ve özgürlükler’ yoktu...
‘
Temel hak ve özgürlükler’ İslam cumhuriyetleri ile ‘demokratik cumhuriyet’ arasındaki en vurucu ve en temel fark... Din, ırk ve mezhep gözetmeden tüm vatandaşlarının mağduriyetini giderecek kurumsallaştırılmış bir demokratikleşmeyi, hem iç politikada, hem de dış politikada hedeflemeyenler ile çağın gelişimi arasındaki çelişkinin önlenmesi mümkün değil... Bunu kavradın, kavradın...
Yoksa Kaddafi de gidiyor netekim...
Galiba dünün mesajı buydu...