Büyümek istemeyen, yaşlılığı “ölüme yaklaşmak” olarak algılayan adamaların bir kaçış noktası olarak ortaya çıkar: çocuklaşmak.
Gençliğin kendine özgü davranışlarını orta yaşın sınırlarında da sergilemeye devam etme isteği. “Ben kimseye
hesap vermedim, vermem!” serzenişleriyle eşe ve çocuklara çektirilen yoksunluk hissi…
Vazife bilinciyle yapılmış bir
alışveriş ve sonrasında evden bir an önce dışarıya kaçma hesapları yapan adamlar… Sıra söze geldiğinde mangalda kül bırakmayan, eş ve çocuğuna karşı vazifesini tam olarak yaptığını iddia eden adamlar.
Vazifeyi eve ekmek götürmek ve sonrasında her sorunu çözmeyi, her sıkıntıyı gidermeyi evin annesine bırakmış çocuk adamlar…
Yaşamın içinde olan ama
yaşamın getirdiği sorumlulukları almak istemeyen, sorumluluk almadığı için de yanına bırakanlara, omzuna yüklemek isteyenlere karşı “öfkeli” olan çocuk adamlardan bahsediyorum.
Aslında evlenmesi sakıncalı adamlar bunlar. Her nasılsa bir şekilde evlenmiş veya evlendirilmiş, aslında hiçbir zaman evliliğin anlamını yakalayamamış adamlar…
Ve onların eşleri… O eşler ki sanki her şey yolundaymış da tek sorunları eşlerinin dışarıda çok
vakit geçirmesi ve eve üçten önce dönmemesiymiş gibi anlatıyorlar dertlerini.
Adam eve ikide gelse tüm sorun halledilmiş mi olacak? Elbette hayır, çünkü adam büyümek istemiyor ki!
Eve geldiğinde kadının beklentisi hayatın zorluklarını konuşmak, sıkıntıları paylaşmak… Oysa adam sıkıntının baş harfini bile duymak istemiyor! Niye eve gelsin?
Eve gelse de bir başka kaçış yolu olarak bazen uykuyu, bazen interneti, bazen de televizyonu bulması uzun sürmüyor.
Elbetteki evlilik, tarafların birbirine yapıştığı, her daim yan yana sürekli sıkıntıları konuştukları bir alan değildir! Ama bir tarafın sürekli kaçtığı, “Sen ne istiyorsan yap, bana da sakın karışma, ben de istediğimi yapayım. Eve gelince de seni güler yüzlü bulayım!” dedikleri bir kurum olamaz.Olamadığını hepimiz görüyoruz.
Nasıl ki bir tarafın haddinin üstünde yaşam hakkı tanımayan bir müdahale yetkisi yoksa, diğer tarafın da “Ben kimseye hesap da vermem, haber de vermem!” diyerek kafasına buyruk yaşamaya hakkı da yoktur!
Evlilik bir inatlaşma alanı değil, bir
dayanışma alanıdır. Ya da öyle olmalıdır. Bugün gelinen noktadaysa evlilikler, kan dökmenin sınır tanımadığı, gözyaşının dinmediği,
cinnet mekanlarına dönüşmüş durumda…
Etraf çocuk adamlardan ve çocuk adamların zoruyla haddinden fazla büyümüş anne kadınlarla dolu.
Taraflar karşıdaki insanı suçlamakla uğraştıklarından dönüp kendilerine bakmayı
akıl edemiyorlar.
Kadının önceliğinin çocukları evi ve evdeki beraberlik olurken, adamın önceliği dış dünyada varlık göstermek olarak görünebilir. Bu bir yere kadar yaratılıştan gelen farklılığın bir tezahürü olarak kabul edilebilir. Fakat bir yerden sonrası
ailede huzursuzlukların doğmasına neden olur.
Dış gerçeklikle bağını kesen kadın, bütün beklentilerine evin içinde karşılık aramaya başladığında hayal kırıklığı yaşayabilir.
Tüm enerjisini evine ve çocuklarına ayıran kadın, beklediği karşılığı bulamadığında duygusal olarak kırılmalar yaşayarak “keşke” lerin içinde kaybolabilir. Ve eşinin de kendisi gibi bir
tercih yapmıyor olmasını, ona karşı bir kızgınlık olarak yöneltebilir.
Çocuklarına gösterdiği aşırı koruyucu ve sahiplenici tutumdan dolayı eşinin sahiplenmesine fırsat bırakmayabilir. “Evin her şeyi benden sorulur, tüm alanlar bana ait!” yaklaşımı eşin kendisini eve ve aileye ait hissedememesine yol açabilir.
Evin ve aile olmanın gerçekliğini unutan yada para kazanmak dışındaki tüm ilgisini ve enerjisini kendi idealleri uğruna dış dünyaya yönelten erkek de bir süre sonra evde kendisinden uzaklaşmış bir eş ve çocuk(lar) bulacaktır.
Kırgın ve kızgın bir eşin iyi bir anne olabilmesi de çok kolay değildir! Dışarıda bir dünya kurmaya çabalayan erkekler, uzamış çocukluklarını yaşarken; diğer yandan hayatın geçip gittiğini fark edemeyebilirler. Fark ettiklerinde ve eve dönmeye karar verdiklerinde ise evde emektar bir kadın bulacaklardır yalnızca… Çocuklar çoktan uçup gitmişlerdir çoğu kere…
Sonuç olarak diyebilirim ki neye önem veriyorsak, önceliğimizi ve beklentilerimizi o belirleyecektir. Ortalık çocuk adamlardan geçilmiyor! Bir an önce karar vermeliyiz: kendi ego ve ideallerimize mi öncelik vereceğiz; yoksa önceden tercih ederek aile olmaya karar verdiğimiz alanın sorumluluklarını gönüllüce isteyerek yapmaya mı önem vereceğiz.
Çocukken yaşayamadıklarımızın veya yaşayıp da bir türlü doyamadıklarımızın faturasını “Seni sonsuza dek seveceğim!” sözü vererek hayatımıza ortak ettiğimiz eşlere mi keseceğiz? İşte can alıcı soru bu...
[email protected]