"Ne iş yaparsın" diye soranlara kısaca "Emekliyim" deyip geçiyorum ama vaktiyle gazetecilik yapmışlığım var biraz; ucundan, azıcık; gevezeyimdir, hatırlarsınız!
İşte o günlerde yazdığımız haberi sıradan bulup da biraz
baharat katmak arzulayınca, "Vatandaş tepki gösterdi, sert konuştu" filan gibi eklemeler yapardık kafadan; halbuki vatandaşın birşey dediği yoktu. "Kimdir bu vatandaş?" diye pimpiriklenenleri uyandırmamak için ise bazen eşin dostun, hısım akrabanın adını yazdığımız da olurdu; gazetede adımız çıktı diye sevinmeleri de cabası. Ha, ne diyecektim; iyi taktikler ölmüyor azizim, netekim, mevzû kıtlığında "Can Baba'nın
mezarına dahlettiler" haberine balıklama atlayan gazeteci arkadaşımızın kurduğu kötü cümlede aynı baharatın izlerine rastlamayım mı? Diyor ki, "Tüm dünyada 'hoşgörü mezarlığı' olarak bilinen
Datça Mezarlığı'nda
Müslüman kabirlerinin yanı sıra Hıristiyan ve
Yahudi kabirlerinin bulunduğunu hatırlatanlar, olaya sert tepki gösterdi."
Tüm dünyada... sert tepki... breh breh...
Can Yücel'in mezartaşına geliyoruz; olay anında o civarda sabit
kamera olmadığı için kaç ayağıyla yürüdüğü belirlenemeyen kişi ve kişiler tarafından kırılınca "Bana özellikle Ramazan'da hayat tarzı çatışmaları haberleri getirmezseniz, buralarda görünmeyin" diye muhabirlerine
duman attıran editörlere gün doğmuş, gözleri iştiyakle parlamış olmalı. Haklılar, iki gün önce adamın mezarına şarap dökmüşler, iki gün sonra ise bu haberi okuyarak kendilerini galeyana getirdiği farzedilen kişi ve kurumlar (keşke kurumlar da bu işin içine karışsalardı, ne güzel olurdu değil mi?) durumdan vazife çıkararak "biz de din ü devlet içün senin
mezar taşını kırmaz mıyız behey zındık" diyerek koca
mermer taşı bir güzel kırıvermesinler mi?
Her mahalleye bir
karate kursunun açıldığı zamanlardı, on sene kadar önce olmalı. Bir bayram sabahı baktık ki mezarlıktaki kırılabilir bütün mermer levhalar hâk ile yeksân. "Kim bu dinsiz imansız" diye etrafımıza bakarken arkalardan birisi, "Karate kursuna giden bacaksızlar yapmıştır" teorisini ortaya atınca duraklamıştık; öyle olmalıydı. Antrenman yapmak için en elverişli çalışma sahası! Uçan tekmeye filan gerek yok, ince mermer levhaların bazısı o kadar gevrek ki elle itiverseniz kırılıverir zaten. Can Yücel'in kabri öyle değil, bayağı
emek verilmiş; belli ki mezar taşı kırıcısı yaratıklar ağır ekipmanla çalışmışlar!
Bu mevzuyu mimleyip, ağır gündemin inadına şöyle hafif bir şey yazarım diye malzeme toplamaya başlamışken
Sabah refikimizden Engin biraderimiz meseleye va'z-ı yed etti (el koydu) ve söylenmesi gerekeni söyledi. Dedi ki (Bir) Can Baba şarapçı değil rakıcı idi; (İki) mezarına şarap döken hımârdır, taşını kıran ise onun şeddelisi ama dikkat, mesele velûd, yani Efes'te bulunan Artemis heykeli gibi veya Kybele validemiz gibi doğurgan, zira en kıymetli şeysimizi yani hayat tarzımızı ilgilendiriyor. "Ne yani, ağzımızın tadıyla bir rakı içemeyecek miyiz şu caanım ülkede?" edebiyatı yani; şimdi buna, "Ne yani mezarlıkta iki metre toprağın altında yatarken olsun bir rahatlık vermeyecek misiniz sizin gibi düşünmeyenlere ey dinci fanatikler" yakınmaları...
Netekim bakınız ne oldu; CHP'nin yeni sözcüsü hanımefendi, "Hükümetin, bu saldırıyı bir daha yinelenmesine izin vermeyecek biçimde mahkum etmek"le sorumlu olduğunu ileri sürerek şöyle devam etmiş bulunuyor: "Ölmüşlerimiz bizim büyük emanetlerimizdir; susmuşlarımızın aklı ve dili de bizleriz." E, bence haklıdır; güzel ve bilgece sözlerdir bunlar.
Katılıyoruz. Demek ki olabiliyormuş; mâkul söz söylemek o kadar zor değilmiş! Bu arada boş konularda tartışmayı sevenlere hatırlatmak isterim. Rahmetli bestekârımız Selahattin Pınar'ın "Mezarıma rakı dökün" diye bir vasiyette bulunduğunu ileri sürenler, yıllardan beri her 6 Şubat'ta rahmetlinin kabrinde cem âyinini mûtad etmişlerdir. Rivâyet odur kim, Selahattin Bey, büyük, yani 70'lik tam
şişe vasiyet etmişti fakat doktrinde tartışmalıdır bu durum.
Haydi tartışın, heyecanlı olur.